29 Eylül 2014 Pazartesi

ELEMTERE FİŞ

          Hafta sonu hava yağmurlu ve kapalıydı. Yeni sipariş ettiğim kitaplar cuma akşamından eve ulaşmışlardı. Paketi sevinçle açtım, hepsini elime alıp okşadım. Hangisinden başlasam ki diye daha ön sözlerine bile bakamadan Ayşe Kulin'in "Hayal"'inde kayboldum gittim. Cumartesi günü oğlumla yine kitapçılara gittik O'na da Peyami Safa/Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Paul Coelho/Simyacı, Reşat Nuri Güntekin/Yaprak Dökümü'nü, kendime Bir Tatlı Huzur, Münir Nurettin Selçuk/Ayşe Kulin alıp eve döndük. Neyse ki battaniyeyi örüp bitirmiştim. Sigaradan kurtulmama yardımcı olan bu örgü eylemi evimize şirin bir battaniye kazandırdı. Gidişi bile güzel oldu sigaranın. Dişlerimi de temizletip parlattırmayı da ihmal etmedim iki arada bir derede ki sigaranın izi kalacak diye aklım çıkıyordu. Cumartesi pazar gelmekte olan bayram nedeniyle Türk Kadınının temizlik haftasına iştirak edemedim. Kitap elimden düşmedi, bulaşığı çamaşırı makineye atıp kitabın başına döndüm, ütü falan hak getire elime alamadım. Ama dün gece kitabı bitirdim. Yine çok güzeldi. Ayşe Kulin her zamanki gibi. Sadece şu eşcinsel romanlarını beğenmedim bir de gece sesleri romanını. Geri kalan tüm kitapları güzeldi. Bence kendi oto biyografisi olarak yazdığı "Hayat" ve "Hüzün"den daha güzel bir kitap olmuş "Hayal". Yazarlık macerasını ve yazdığı kitapların arka perdesini yazmış. Ben severek ve merakla okudum. Ayşe Kulin okurken büyük keyif aldığım bir yazar. Şimdi sırada hangi kitap olur bilmiyorum. Bakacağız hangisi beni içine çekerse. Bu arada Mihmandar/İskender Pala bitmedi :( Araya örgü ve Ayşe Kulin girdi üzgünüm, İskender Pala'ya bunu yapmamalıydım, hele ki Mihmandar'a. Çok güzeldi O da, en iyisi ondan devam edeyim. 
        Yürüyüşlere henüz başlayamasam da bu sabah evden çıkarken, pazartesinin adetlerine uyarak yürüyüşe başlayacağıma dair kendime tembihte bulundum. Sonra antiaging gündüz kremimi de sürüp yola çıktım.  Havanın serinliğini ruhumda da hissettim. Sessizce kendime bile itiraf etmeye korkarak içimdeki huzurun şükrünü eda ede ede geldim.  Elemtere fiş, şeytanın gözüne şiş...

26 Eylül 2014 Cuma

EMANET

Bu gün günlerden Cuma! Evet çünkü sabah çok zor uyandım, cumartesi falan zannettim, zamanı hatırlayamadım, yataktan kendimi toparlayamadım falan. Harbi dağılıyorum yani ;))) Dün akşam eve gelirken trafikte paçayı zor kurtardım bir yaşlı adamdan. Kornalarımı duymadı, sellektörlerimi görmedi, koca arabayla beni görmedi üzerime üzerime arabasını kırdı. Dedim hem kör, hem sağırsın be amca ne işin var yollarda. Sonra eve kadar düşündüm, sadaka mı vermedin yakın zamanda? I-ıh, birinin ahını mı aldın? I-ıh. Başka bişey var, var muhakkak düşün düşün. Buldum! Birinin emaneti vardı üzerimde. İki haftadır yoğunluktan başımı kaşıyamadığım için unutup, yerine ulaştıramadığım bir emanet! Tamam bu dedim. telefonu ofiste kaldı, ancak sabah ulaşabileceğim. Sabah'a kadar Allah beni korusun :(( Sabah erkenden evden çıktım, ilk kez çocuğu bile yolcu etmeden. Telefon numarası ya atıldıysa, ya bulamazsam diye diye gelip de numarayı bulunca heyecandan elim ayağım titredi. Hemen aradım ama açan olmadı, tekrar, tekrar. Yok :( Neyse ki bana döndü. Emanetini verdim. Rahatladım, kuş gibi oldum. Ölsem de gözüm açık gitmez. Aman! Bu emanet işi sadakadan, zekattan daha tehlikeli işmiş! En iyisi bir daha bulaşmamak! Veya eline yüzüne bulaştırmamak! Tövbe Bismillah! Mübarek cuma günü!...

19 Eylül 2014 Cuma

SİGARADAN KURTULMAK

 

      
     İki üç gündür yağan yağmurla artık sabahları soğuk ve bulutlu oluyor. İnsanoğlunun ne enteresan bir varlık olduğunu düşünüyorum. Artık yazın upuzun süren gündüzlerinden yorulduğumu hissediyorum. Kış mevsiminin uzun gecelerinin ne büyük nimet olduğunu fark ediyorum. Kıştan çıkıp baharı beklerken de hem soğuktan, hem kapalı havalarda kapalı kalmaktan ne kadar yorulmuş hissettiğimi hatırlıyorum. Dört mevsimi veren Rabb'e şükürler olsun. Yani biz insanoğlunun memnuniyetsizliği, çabuk sıkılması, tez canlılığı çekilecek gibi değil vesselam. 
            Tıpkı ilkbahar gibi bu sonbahar da bana iyi geldi. İnsanlık için küçük kendim için büyük bir karar verip sigarayı bıraktım. Bugün altıncı gün ve inanılmaz mutluyum. İrademi görmek, sigarasız yaşamak, her gece yatarken haldır haldır dişimi fırçaladığım halde yine sigaranın pis kokusunu duymaktan kurtulmak, her içtiğim sigaranın elimde üzerimde kalan kötü kokusuna katlanmaktan kurtulmak, beynimdeki "sigara içen ilkel insan" proto tipinden kurtulmuş olmak, sadece kendime değil oğluma da iyilik etmiş olmak, annemin küçümseyen bakışlarından kurtulmuş olmak, babama dil ucuyla "içmemelisin" demenin ezikliğini yaşamış olmaktan kurtulmak, her oksijeni bol yerde ciğerlerimi temiz hava yerine binbir zehirli sigara dumanı ile doldurarak sağlığıma, ciğerlerime verdiğim zararı bile bile nasıl sürdürdüğümü anlamıyor olmaktan kurtulmak, geçirdiğim zatürrelerde bile sigaraya devam ettiğimde yaşadığım pişmanlıklardan kurtulmak, genetik kalp damar hastalığına doğru hızla yol aldığım için korkularımdan kurtulmak paha biçilemezmiş. Ne kadar sevinsem, ne kadar mutlu olsam azdır. Nitekim bu hafta yaşadığım eni konu stresler bile motivasyonumu ve keyfimi kaçıramadı. Bunları yazıyorum ki belki düşünüp de kurtulamayanlara bir yardımı olsun hissettiklerimin. Korktuğum kadar zorlanmamış olmak da beni çok sevindirdi. Akşamları aldım elime bir örgü oyalandım, aklıma geldikçe alışkanlıkla gidip balkonda sigara içtiğim koltuğa  oturup geri döndüm. Neskafe ve kahve çok çırpındığım zamanlarda teskin edici oldu. En çok telefonla konuşurken içtiğim için telefonla konuşmayı kestim. Yemekten sonra sigara içtiğim koltuğa sigara içtiğim süre kadar oturup kalktım :) En çok sigara içen ahbaplarımla buluşunca ölçüyü kaçırıyordum ki, dün akşam onlarla oturup sigarada onlara eşlik etmedim ve o korkumu da biraz yendim. Her sabah uyandığımda bir gün daha oldu diye mutlu oluyorum. Siz de bunu kendinize hediye edin ve bu ilkel alışkanlıktan kurtulun. Şayet içmiyorsanız da kendinizle gerçek anlamda bir kez daha gurur duyun. 
         Sırada tekrar spora ve yürüyüşlere başlamak var :)) Yaşasın sağlıklı hayat :)))

15 Eylül 2014 Pazartesi

LİSENİN İLK GÜNÜ

      Uzun çam ağaçlarının gölgelediği süs havuzunun etrafını koyu kırmızı güller ve tahta banklar çevreliyordu. Yerdeki çimenler her zaman tarakla taranmış gibi tertemiz ve bakımlıydı. Bu bahçe ve okul binasının arka tarafına doğru uzanan daracık ağaçlı bahçe bizim için öğlen molalarında bulunmaz bir vaha gibiydi. Lise müdürümüz titiz, aksi, disiplinli, tavizsiz ve oldukça suratsız bir adamdı. Değil biz öğrenciler, öğretmenlerimiz bile kendisinden çekinirdi. Her teneffüsden derse girildiğinde koskoca lise binasını, çalışanlara tepeden tırnağa paspaslatır, tuvaletleri, lavaboları da yıkattırırdı. Bizler ne kadar aksi olursak olalım  koridorda bahçede öyle haa hooo diye bağırış çığırış, atlayıp zıplayamazdık. Her zaman bir ölçü olurdu hareketlerimizde. Yoksa müdürümüzün "hayvan kızım", "hayvan oğlum" lafını yemek vardı onca kalabalıkta. Adam pire gibi koridorun başına dikilir iki elini tırnaklarından birbirine kanca yapar tek tek tipimize bakardı. Bunları bu sabah aynı liseden mezun olduğumuz eşimle hatırlayıp konuştuk. Birlikte oğlumuzu yeni başlayacağı liseye götürüp biraz bahçede etrafı temaşa etmişiz ikimiz de. Ne okul bizim okulumuz, ne öğretmenler ne öğrenciler ne de müdür. Çok daha yüksek puanlı olan oğlumuzun okulu bizim eski lisemizin yarı kalitesinde ve yarı estetiğinde bile değildi. Müdür okula herkesten geç geldi, eğitim öğretim yılının ilk gününde hem de! Geldikten en az kırk dakika sonra öğrencileri topladı ve bir kürsü bile olmadan, hala  haa hooo eden yüzlerce öğrenciye hitap etmeye çalıştı. Öğretmenleri de kalkıp öğrencileri susturup disipline katkıda bulunacakları yerde biz velilerle etraftaki banklarda oturuyorlardı. Sonra müdür bey onları da öğrencilerin ardından okula davet edince zoraki yerlerinden kımıldanıp ayaklandılar. Ne verebilir ki bunlar çocuklara dedi eşim. Belli ki çoğu maaş için burdalar, yoksa orda müdürün yanında veya çocukların yanında olurlardı dedi. Ümitsizce arkalarından baktım. Her şeyin bu kadar yozlaşmış olacağını başkası anlatsaydı inanabilir miydim? Hayır!... Şimdi bu çocukların orda dört yıl tutulmasına gerek var mı? Hayır asla! Belki de işsizler ordusunu bir yıl daha oyalamak için getirilmiş bir düzenleme. Ve dört yıl sonunda alacakları diploma iyi bir fakülte olmazsa hiç bir işlerine yaramayacak :( Çünkü hayata dair hiç bir şey öğrenmiş olmayacaklar!... 
       Eşim haklı, ne verecekler ki bu çocuklara!... Ne sevgi görebildim etrafta, ne estetik, ne de disiplin. Gören  bilen varsa haber versin...
      (Bitmeyen eğitim kaygılarım :'(  )

2 Eylül 2014 Salı

BEDEL!...

           Zamanda kopuş varmış sanki. Bir yerde yedi uyurlar gibi üç yüz yıl olmasa da üç beş yıl kopmuş gibi oluyor. Ya da ben öyle hissediyorum. Bazen her şey anlamını, zamanını, mekanını yitiriyor. Bir çeşit beynin kendini saklaması gibi. Vücutta kaybolup kendisi olmadan her şeyin anlamsızlaşacağını seyre dalması gibi. Ruh ya da beyin bizi değiştiren, renklendiren, sevdiren, ittiren, çekici kılan, ayrıştıran, yöneten, elinde tutan. Ne diyelim veren Allah'a sonsuz şükürler olsun. Allah bedenimizle ruhumuzu birbirinden ayırmasın. Mazallah biri diğerinden geri kalınca veya beden ruha yetişemeyince ayrı bir maskaralık zuhur ediyor. Allah işte öyle güzel bir ölçü ile yaratmış ki burda aklıma Şeyh Galip'in şu mısraları geliyor;
            Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen,
           Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen.
Yani "kendine dikkatlice  bak, sen alemin özüsün, sen varlıkların gözbebeği olan insansın." Tabi Türkçe'nin zenginliği işte burada. Şeyh Galib'i nasıl anlamak istersen öyle anlama özgürlüğünü kim kısıtlamış ;)) Dil'in ahengi ve güzelliği... Şeyh Galip bu mısraları günümüz kadınları için söylemiş sanki. Bir kaç gündür feysbukta hanım arkadaşlarımı eşleriyle görür oldum. Her bir çiftte ağzım şaşkınlıktan açık kaldı. Erkekler Cem Yılmaz'ın reklam filmindeki Hollywoodda böyle yaşlandırıyorlar diyerek yaşlı adamı pudraya boğması gibi adamlar yaşlanıp gitmiş, kadınlar mazallah gençlik iksiri yutmuş gibi dimdik ayakta :))) Ay ne fena bir durumdur bu. Tıpkı bedenle ruhun ayrışması gibi geliyor bana. Adam belli ki hayatı kazanmak için çok mücadele veriyor, kadın da o arada yaşlılığa karşı mücadele vermiş. Adam kapitalist, vahşi, ezen ezene, kıran kırana iş yaşamında ayakta durmaya çalışırken, kadıncağız da diyetisyenlerle, güzellik uzmanlarıyla, kremlerle, besin destekleriyle yaşlılığa karşı dimdik ayakta durmuş.  Şimdi hanım arkadaşlarım iyi ki bloğumu okumuyorlar mazallah binbir savunma duyardım; çocuk baktık, yemek yaptık, temizliğe kadın bile almadık, hep destek olduk, hep arkalarında durduk vs. vs... Ama en iyi dayanıp döşenmiş evlerde, en iyi arabalarda, en iyi kılık kıyafetlerle salınmanın bir bedeli var ve bu bedeli de bir ödeyen!... 
    Bu kadar kısa zamanda fiziken bu kadar değişmelerine sebep olan hayat yükü bana ister istemez şunu dedirtiyor "değer mi?" Gençliği bile tarumar etmeye yeten üç-beş yıl ise, hayatın geri kalanını dünyamızı imar etmek için çırpınmaya değer mi??
       (Düşüncelerin yazıyla kendine hayat bulması)