25 Haziran 2014 Çarşamba

MARAZ

        Hızla Ramazan'a yaklaşırken kalbim pır pır ediyor. Ne kadar şükretsek azdır. Fakat her ramazanda bir marazım çıktığı gibi bu ramazana bile girmeden daha yine bir marazım çıktı. Bir haftadır korkunç mide ağrılarım var ve beni epeyce yordu. Korkudan ne yiyebileceğimi şaşırmış durumdayım. Bugün inşallah bir doktora gideceğim! Son anda vazgeçmezsem. Bu kadar çileyi çekiyorum da bir doktor için hastanelere gitmek zulüm geliyor. Bir de ya doktor kötü bir şey derse korkusu var tabi :( Can kıymetli, hayat her türlü çilesine rağmen yaşanılası demek ki. Ama insanoğlu olarak hep bir nankörlüğümüz var nedense? Geçen günü oğlumun sosyal bilimler lisesinde okumak istemesi nedeniyle çareler üretmeye çalışırken gün içinde okula yakın bir yerlere taşınmaktan tutun da, işyerimin okula uzaklığını hesap etmeye kadar attım tuttum. Boşa koydum dolmadı, doluya koydum almadı. Kiralık evlere mi bakmadım, yol güzergahlarını mı hesap etmedim, neler neler. Ama günün sonunda çare üretememiş olsam da bir şeyin farkına vardım, ya da öğrencilik günlerimin  o yerleşik düzene muhtaç sefaletini hatırladım. Oh dedim Rabbim sana şükürler olsun meğer insanın bir evinin, bir düzeninin, bir yerleşikliğinin olması  ne büyük bir nimetmiş!.. O gün bu gündür daha bir şükreder oldum. Tüm öğrencilik hayatım boyunca ya da evleninceye kadar diyeyim bavul elimde gezmek zorunda kaldığım günlerde "bir gün yerleşik bir düzenimiz olacak mı" dediğimi hatırladım. Hatta aradan 20 yıl geçmiş olmasına rağmen ne zaman bunalıp kabus görsem rüyamda dolabımı, yanımdan ayırmadığım yastığımı, bavullara sığdırmaya çalışır, kan ter içinde uyanırım. Artık nasıl bir sıkıntı bırakmışsa bende. Bir de sanırım ben biraz düzeni ve yerleşikliği seviyorum. Düzensizlik beni ben olmaktan çıkarıyor. 17 Ağustos ve 12 Kasım depremlerinden sonra, çadırda bile yaşarken sadece mutfak, banyo ve ütü için gündüz girip çıktığımız bir ev kiralamış, gece tekrar çadırımızda kalarak  psikolojimi rahatlatmaya çalışmıştım. Evet yazarken hatırlıyor ve gülüyorum şimdi. Off bunun gibi ne düzen kurma hikayelerim var ;))) Şükür! Şükür bin şükür bu günlerimize... Hangi nimetini inkar edebiliriz ki Rabbim... 

11 Haziran 2014 Çarşamba

KREDİ KARTLARIMIZ VE BİZ

   
   Ayşe ayseninkozasi bugün çocuk işçilerden bahsetmiş. Altına yorum yazayım dedim baktım ki sayfalar olacak. Yazdım yazdım sildim, yazdım yazdım sildim. En sonunda sildiklerim peşimi bırakmayınca geldim soluğu burda aldım. 
        Dün de Brad Pitt'in yapmış olduğu 2014 yılı en iyi film, en iyi uyarlama senaryo oscarlarını almış olan 12 Yıllık Esaret adlı sinemayı izlemiştim. Film  özgür olarak New York'ta dünyaya gelip 1841 yılında kaçırılıp köle olarak satılan Solomon Northup'un 1853 yılında anılarını yazdığı Twelve Years a Slave adlı kitaptan sinemaya uyarlanmış. Köleliği çarpıcı, can alıcı sahnelerle gözler önüne seren dramatik ve izlenesi bir yapımdı. Solomon Northup'un yaşadıkları milattan önce değil, bundan 160-170 yıl öncesine, yani bizlerden epi topu 7-8 kuşak öncesine ait. Şayet bir zenci olarak dünyaya gelmiş olsaydık muhtemelen dedelerimizin, ninelerimizin  köleliğin binbir acılı, trajik öykülerini bizler de dinlemiş olacaktık. Buna neden vurgu yapıyorum. Çünkü dünyada teknolojiler büyük bir hızla değişse de sömürge zihniyeti aynı hızda değişmiyor. Daha kurnazca ve daha kuzu postuna bürünmüş kurt olarak sömürgeciler dedelerinin mirasını devralmış durumdalar. Dünyanın en çok kazanan şirketleri ile Türkiye'de en çok kazanan şirketlerin listelerine hiç dikkat ettiniz mi bilmiyorum ama ben dikkat ettim ve gördüm ki Türkiye'nin en çok kazanan şirketleri "bankalar" Evet çünkü biz ülke olarak anne-baba, çocuk çömbelek bankalara çalışıyoruz. Ve biz ülke olarak şu anda Avrupa, Amerika bir yana Çin'den bile çok çalışıyoruz. Haftalık çalışma saatimiz yasalarda 45. Maksimum çalışma saatimiz ise 55. Yani 45 saat çalıştırılan bir işçi fazla mesai ile haftada 55 saat çalıştırılabilir. Sabah sekizde iş başı yapacak olan işçi en iyi ihtimalle sabah evden yedide çıkıp, akşam altıda mesaisini tamamlayıp evine de yedide ulaşır. Yani sabah yedi akşam yedidir bir insanın ömründen giden. Günde 12 saat çalışma hayatı için tüketilen zamandır. Tamam bu kadar işsizlikte buna da eyvallah dedik halk olarak. Sevindik, işimiz oldu, sosyal güvencemiz oldu. Genel Sağlık Sigortası prim borcumuz olmadı. Tam maaşımız da olacaktı ki maaş alacağımız bankadan tarafımıza düzenlenmiş kredi kartına olan yağ, şeker, çay, çocuk bezi, peynir zeytin, benzin, fatura borcumuz, maaşımıza garantili kullandığımız düğün dernek, araba, başımızı sokacak ev, bir başka borcu kapatabilmek için kullandığımız kredilerimiz maaşı bizden önce çektiler. Efendim diyor birileri kullanmasınlar kredi kartlarını, kredileri. Bu bana "ekmek yoksa pasta yesinler" sözünü hatırlatıyor. Çünkü bu günlerde kredi kartı veya kredi kullananlar halkın en dar geçimlisi veya işçi-memur-küçük esnaf sınıfıdır. Ve borçlarının tamamını ödeyemeyip dünyanın en yüksek faizleri ile sistemde çırpındıkça battıkları için bankacıların en gözde, en yağlı müşterileridirler. İmkanı veya aklı başında olan hiç kimse bu durumda olmak istemez. Çünkü bankalar sinekten yağ çıkarıyorlar. Gönderdikleri esktrenin pul parasını dahi hesap ekstresine, açtıkları 50 kuruşluk telefonun bedelini dahi beş katı ile alacaklarına ilave ediyorlar. Yıllarca çalışıp sadece bir ev sahibi olmak için tokiye veya bankalara 10 yıl-15 yıl evin ederinin en az üç katını ödemek sizce kölelik değildir de nedir? Bugün  oturulabilir denilecek minimum şartlardaki bir evin yine minimum fiyatı 180-200  bin ki bunu şayet bankadan veya tokiden kredili olarak almaya kalkarsanız ödeyeceğiniz rakam 300-320 bin civarında bir de 180 binlik evde 32 binlira gibi bir kdv var, etti mi size 350 bin lira. Asgari ücretliden zaten bahsetmeyelim, aylık ortalama geliri 5-7 bin lira skalasında olan bir haneden bahsedelim. Bu hane ülkemizde karı-koca memur olan veya karı koca az buçuk vasıflı olarak ücretli çalışan orta halli sayılan bir hane oluyor ve bu ailenin bir ev için ödemesi gereken aylık taksit 2600 TL civarında. geri kalanı ile de geçinip, çoluk çocuk bakacak(!) Olmuyo be ne kadar çarpsan, çıkarsan, toplasan, bölsen olmuyor. Bilmem anlatabiliyor muyum. Biz çalışmaktan yüksünmesek de millet olarak, emeğimizin sömürülmesinden çok yorulduk. Birilerinin cebi dolsun diye birileri kan ağlıyorsa ilahi adalet buna razı olmaz. Altı üstü taş, toprak, tuğla olan evler için ödenen rakamlarla bu ülke de nice işler kurulur, nice insancıklar kölelikten kurtulurdu. Ev sadece basit ve genel bir örnek! 
      Son söz şu ki; kesinlikle bizim ülke olarak, halk olarak bu sistemden, bu sömürü düzeninden kurtulacağımıza inanıyorum. Evet içinde bulunduğumuz tablo bu kadar vahim. Evet siyasi irade de şart. Ama her şeyden önce biz halk olarak artık neyle mücadele edeceğimizi, ve neyi nasıl kullanacağımızı öğreniyoruz. Sanal gündemlerden ziyade  gerçek gündemimizle ilgilenebildiğimiz ve birlikte hareket edebilecek kadar geliştiğimiz zaman herşey düzelecek... Ben hala inanıyorum...

5 Haziran 2014 Perşembe

ÜÇ GÜN SONRA

          
     Üç gün sonra benim doğum günüm. Otuzlu yaşlarımın her birine ayrı ayrı minnet borcum var. Bana her yıl farklı bir ayna tuttular. Neler neler gördüm o aynalarda ben; dışımı, içimi, kafamı, ruhumu, sevdiklerimi, sevmediklerimi, hoşlandıklarımı, nefret ettiklerimi. Eksiklerimi, fazlalarımı...   Ah eksikliklerimin hiç bitmeyecekmiş gibi gelen çilesi, bir iki parçacık fazlalıklarımın sefası... Yüzümde yavaş yavaş beliren çizgilerin, saçlarıma düşen akların korkuları... İyisiyle kötüsüyle yaşamak her şeye rağmen güzeldi.
             Rabbim bundan sonrası için dünyada ve ahirette cennet sefası ve peygamber ahlakı versin. Ellerimi hiç bırakmasın. Sevgisini esirgemesin üzerimden. Beni de sevdiklerine katsın inşallah.                                                                     Sizleri de...

3 Haziran 2014 Salı

ŞİMDİ BANA KAYBOLAN YILLARIMI VERSELER

     
   
        Bu sabah içimden sadece Sezen Aksu şarkıları dinlemek geliyor. Yağmur, bulut, trafik, iş güç, tantana... Almayayım ben. Üstü kalsın. Gelin beraber dinleyelim.

http://www.dailymotion.com/video/xgl0n2_sezen-aksu-simdi-bana-kaybolan-yillarimi-verseler_music