Uzun zamandır süren sıcak ve bunaltıcı havalardan sonra bu sabah serin ve kapalı hava çok iyi geldi. Dün sabahki feveranlarıma neden olan trafik magandaları ile de bu sabah karşılaşmayınca güne sükunetle başlamak kısmet oldu. Nadir bulunan bu güzel sabahı üç beş sayfa kitap okuyarak taçlandırmamak olmazdı. Fakat galiba kitap okuma isteğimin arka planında beyine ısınma hareketleri yaptırmak da yatıyor. Kafayı dağıtmaya çalışmak da. Malum günlerden cuma, müslümanlar için "ibadet ve bayram," İstanbul için "ödemeler ve stres" vakti. Blogda hemhal olduğumuz gönüldaşlarım bilirler yeni kitaplar sipariş ettiğimi. İşte onlardan "Su Üstüne Yazı Yazmak" ile başladım okumaya. Kitap hakkında yorumumu kitabı bitirince yaparım inşallah. Fakat 217. sayfasında Şeyh'in şu sözleri paylaşılmaya değer bulunarak bunca yapılacak işimin arasına giriverdi ;))
"Tasavvuf Yolu" diye devam etti şeyh, "tembellere göre değildir." Kur'anı hala öğrenemediğimiz için bizi paylayarak, tek tek, kaç sure, kaç ayet bildiğimizi sordu. "Ayet ezberlemek, zihnin diğer kabiliyetlerini de keskinleştirir." dedi. "Allah'ın bize emanetleri yanlış kullanılırsa, daha kötüsü, hiç kullanılmazsa, hepsinin elimizden alınabileceğinden emin olabilirsiniz".
"Nacizane ben de tıpkı böyle düşündüğüm için çok beğenerek paylaştım. Dün gece uyumak için yatağına girmiş olan oğlumun yanına giderek; benim kitaplarımla birlikte O'na aldığım polisiye romanların ilkini bitirip bitirmediğini sordum. "Bitmedi" dedi. "Peki Farukhan bu yaz boyunca eline Kur'an almadın, kitap okumuyorsun, yazı yazmıyorsun. Sadece internetten gazete okuyarak entellektüel olabileceğini sanıyorsan ancak ola ola çoban olursun demedi deme" dedim. Bu yaz ergenlik döneminde olduğu için midir nedir anlayabilmiş değilim bence oldukça kısır bir yaz geçiriyor ve ben bu zamanına acıyorum. Oysa biz bu yaza kadar hep O'nunla yarış halinde bir sürü kitap okur, yine birlikte Kur'an öğrenme/okuma çalışması yapardık. Hatta daha küçükken 3. 4. sınıfların yaz tatillerinde günlük de tutup, arada bir öykü de yazardı.
Yine kitaptan Şeyh'in anlattığı Franz Kafka'ya ait "Bilimler Akademisi'ne Rapor" öyküsünü aşağıda sizinle paylaşarak bugünkü yazıyı sonlandırayım.
Öykü, kendi memleketinin balta girmemiş ormanlarında yakalanıp, hayvanat bahçesine gönderilmek üzere gemiye konmuş bir maymunun ağzından anlatılıyordu. Sahne, maymunun gözünde gözlük, sırtında muhafazakar ve medenilere özgü cübbesiyle, Bilimler Akademisi'nin önünde kürsüye çıkışıyla açılıyordu.
"Maymun, bond çantasından raporunu çıkarır ve okumaya koyulur. Nasıl yakalandığını ve hayatının geri kalanını hayvanat bahçesinde hapsedilerek geçirmek gibi korkunç bir felaketten kurtulmak için, kendisini esir edenleri taklit etmekten başka çare bulamadığını anlatır. Daha kafesindeyken, onların ses tonları ile hareketlerini taklit etmeye başlar. Bu gelişme gemide hayli ilgi uyandırır ve maymun, kaptanı eğlendirsin diye kaptan kamarasına alınır. Böylece gemi limana ulaşıncaya kadar, maymun kendini esir edenlerin yaşayış tarzına büyük ölçüde hakim olur. Nitekim çok geçmeden konuşmaya da başlar. Bir yıl sonra kaptan ve rahiple birlikte kahvaltı ediyordur. İki yıl sonra bir üniversite bitirir, beş yıl içinde de öğretim görevlisi unvanını hak eder ve o korkunç hayvanat bahçesi akıbetinden kurtulmak uğruna, on yıl sonra Fransız Bilimler Akademisi üyesi olur. Neredeyse bir türden bir başka türe dönüşmesini sağlayacak böylesine akıl almaz bir gayrete girişmesinin nedeni sorulunca da, büyük bir sadelikle cevap verir. "Başka çarem yoktu"
"Bu öykünün özü" dedi Şeyh, "harekete geçmek, amelde bulunmaktır. İnsan, çaresiz kaldığı noktaya gelip dayanınca, bazen kendisinden umulmadık şeyler başarabilir."