Bazen böyle bir melankolikliğim tutar benim, bilmem size de olur mu? Bir şekilde fiziksel ve ruhsal olarak rahatsızımdır, ne telkin edersem edeyim kendime; kifayetsiz kalır kelimelerim. Dün yani pazar günü de öyle bir gündü. Eni konu mutsuz ve hastayken gece yarısı Kutlu doğum haftası nedeni ile Efendimiz hakkında yazmak ve bunun için de okumak fikri beni heyecanlandırdı, mutlu etti. Sabah yastığımın kenarında benim ilk siretim olan Hz. Muhammed'in Hayatı (Martin Lings) ile uyandım. Yastığımın yanına koyunca sanki ordan gece kendi kendine kafama doluşuyor içindekiler :)))) Ama öyle işte benim için ezelden beri var bu adet.
Taa geçen yıldan kafamda Kur'an'da geçen dua ayetlerini meal okuma sırasında bir deftere not etmek vardı. Böylece her yıl içinde yeniden başlayarak okuduğum Kur'an'ın dilinden dua etmeyi öğrenmiş olacaktım. (Bu benim aynı zamanda namaza başlamamı sağlayan bana ait bir öğrenme metodu) Daha sonra da Efendimiz'in dualarını bulmaya çalışacak, bunun için de siyer okumaya, bu hedefle de Peygamberimizi tanımaya, anlamaya, idrak etmeye çalışacaktım. Bu din bilmeden, sevmeden, anlamadan yaşanabilecek bir din değil. Hayatın her anında o kadar çok ihtiyacımız var ki buna. Peygamberimiz'in beni etkileyen dualarından birini burada da zikretmek, sizlerle paylaşmak isterim. Önce evveliyatını kısaca özetlemeye çalışayım.
Hüzün Yılında yani ms 619 yılını Efendimiz Hüzün Yılı olarak ilan ediyor. Çünkü o yıl Efendimiz hanımı Hz. Hatice'yi kaybetmiş ve büyük bir üzüntüye boğulmuştu.25 yıl birlikte huzurlu ve mutlu bir evlilik yaşadığı Hz Hatice sadece hanımı değil O'nun en yakın arkadaşı, danışmanı, bakmak için evine aldığı Ali ve Zeyd dahil tüm ailesinin ve dört kızının annesiydi. Dört kızı annelerinin ölümüne çok üzülürken onları teselli etmek için Cebrail'in bir keresinde gelip, Hz Hatice'ye Rabbinden selam getirdiğini ve Cennette O'na bir döşek hazırladığı müjdesini verdiğini anlattı. Ardından da hayatı boyunca kendisini koruyup kollayan, Mekke'nin ileri gelenlerinin saydığı, çekindiği sevgili amcası Ebu Talib'i kaybetti. Şimdi artık Mekke'de tamamen korunmasız kalmış olan Efendimiz ve sahabesi için de durum gittikçe zorlaşıyordu. Bir keresinde evinin bahçesinde namaz kılarken adamın biri içi kan ve pislik dolu işkembeyi efendimizin üzerine atmış, eve döndüğünde kızlarından biri ağlayarak babalarını temizlemişti. "Ağlama küçük kızım, Allah babanı koruyacak" demişti. Bu olaydan sonra Peygamber Taif'te yaşayan Sakiflilerden yardım istemeye karar verdi. Oysa Taifliler Efendimiz'in yardım talebine kölelerini ve çocuklarını Efendimiz'in üzerine salarak karşılık verdiler. Öyle büyük bir kalabalık toplanmıştı ki Efendimiz özel bir bahçeye sığınmak zorunda kaldı. Devesini bir hurma ağacına bağlayıp bir asmanın gölgesinde şöyle dua etti; Allah'ım insanlar karşısındaki zayıflığımı, güçsüzlüğümü ve çaresizliğimi sana söylüyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi, Sen zayıfların Rabbisin. Ve Sen benim Rabbimsin. Beni kimin ellerine emanet ediyorsun? Bana kötü davranan yabancı birinin ellerine mi? Yoksa bana karşı silahlandırdığın bir düşmana mı? Buna aldırmam yeter ki Sen'in gazabın olmasın. Fakat Sen'in yardımın benim için daha geniş ve rahattır! Tüm karanlıkları aydınlatan ve bu dünyayı da ahireti de düzene sokan Nur'una sığınıyorum. Yeter ki, Sen'in kızgınlık ve gazabın üzerime olmasın. Dilediğine yardım etmek Sen'in elindedir. Sen'den başka güçlü ve kuvvetli yoktur.
Ne kadar içten edilmiş güzel bir dua değil mi? Bu olaylardan sonra Efendimiz Mirac'ı yaşamıştır. Mirac hadisesi ise bambaşka. Haydi gelin hem ben, hem siz önce Salatü Selam getirelim, sonra da yeniden bir Siret okumayla işe başlayalım. Yazımı çok sevdiğim günümüz şairlerinden Nurullah Genç'in naatı olan Yağmur şiiri ile bitirmek isterim.
Yağmur
Vareden'in adıyla insanlığa inen Nur
Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından Toprağı kirlerinden arındırır bir Yağmur Kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından Rahmet vadilerinden boşanır ab-ı hayat En müstesna doğuşa hamiledir kainat Yıllardır boz bulanık suları yudumladım Bir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsalları Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım Hasretin alev alev içime bir an düştü Değişti hayel köşküm, gözümde viran düştü Sonsuzluk çiçeklerle donandı yüreğimde Yağmalanmış ruhuma yeni bir devran düştü İhtiyar cübbesinden kan süzülür Nebi'nin Gökyüzü dalgalanır ipekten kanatlarla Mehtabını düşlerken o mühür sahibinin Sarsılır Ebu Kubeys kovulmuş feryatlarla Evlerin arasına dikilir yesil bayrak Yeryüzü avaredir, yapayalnız ve kurak Zaman, ayaklarımda tükendi adım adım Heyûla, bir ağ gibi ördü rüyalarımı Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydim Yağmur, gülsenimize sensiz, baldiran düştü Düşmanlik içimizde; dostluklar yaban düştü Yenilgi, ilmek ilmek düğümlendi tarihe Her sayfaya talihsiz binlerce kurban düştü Bir güzide mektuptur, çağlarin ötesinden Ulaşır intizarın yaldızlı sabahına Yayılır o en büyük mustu, pazartesinden Beyazlik dokunmuştur gecenin siyahina Susuzluktan dudağı çatlayan gönüllerin Sükutu yar, sevinci dualar kadar derin Çaresiz bir takvimden yalnızlığa gün saydım Bir cezir yaşadım ki, yaşanmamiş, mazide Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydim Sensiz, kaldırımlara nice güzel can düştü Yarılan göğsümüzden umutlar bican düştü Yağmur, kaybettik bütün hazinesini ceddin En son, avucumuzdan inci ve mercan düştü Melekler sağnak sağnak gülümser maveradan Gümüş ibrik taşıyan zümrüt gagalı kuşlar Mutluluk nağmeleri işitirler Hiradan Bir devrim korkusuyla halkalanır yokuşlar Bir bebeğin secdeye uzanırken elleri Paramparça, ateşler sahinin hayalleri Keşke bir gölge kadar yakınında dursaydım O mücella çehreni izleseydim ebedi Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım Sarardı yeşil yaprak; dal koptu; fidan düştü Baykuşa çifte yalı; bülbüle zindan düştü Katil sinekler deldi hicabın perdesini İstiklal boşluğunda arılar nadan düştü Dolaşan ben olsaydım Save'nin damarında Tablosunu yapardim yıkılan her kulenin Ebedi aşka giden esrarlı yollarında Senden bir kıvılcımın, süreyya bir şulenin Tarasaydım bengisu fışkıran kakülünü On asırlık ocağın savururdum külünü Bazen kendine aşık deli bir fırtınaydım Fırtınalar önünde bazen bir kuru yaprak Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım Sensizlik depremiyle hancı düştü; han düştü Mazluma sürgün evi; zalime cihan düştü Sana meftun ve hayran, sana ram olanlara Bir bela tünelinde ağır imtihan düştü Badiye yaylasında koklasaydım izini Kefenimi biçseydi Ebva'da esen rüzgar Seninle yıkasaydım acılar dehlizini Ne kaderi suçlamak kalırdı ne intihar Üstüne pırıl pırıl damladığın bir kaya Bir hurma çekirdeği tercihimdir dünyaya Suskunluğa dönüştü sokaklarda feryadım Tereddüt oymak oymak kemirdi gururumu Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım Haritanın en beyaz noktasına kan düştü Kırıldı adaletin kılıcı; kalkan düştü Mahkumlar yargılıyor; hakimler mahkum şimdi Hakların temeline sanki bir volkan düştü Firakınla kavrulur çölde kum taneleri Ahuların içinde sevdan akkor gibidir Erdemin, bereketin doldurur haneleri Sensiz hayat toprağın sırtında ur gibidir Şemsiyesi altında yürürsün bulutların Sensiz, yükü zehirdir en güzel imbatların Devlerin esrarını aynalara sorsaydım Çözülürdü zihnimde buzlanmış düşünceler Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım Sensiz, tutunduğumuz dallardan yılan düştü İlkin karardı yollar, sonra heyelan düştü Güvenilen dağlara kar yağdi birer birer Sensizlik diyarından püsküllü yalan düştü Yağmur, duysam içimin göklerinden sesini Yağarsın; taşlar bile yemyeşil filizlenir Yıldırımlar parçalar çirkefin gövdesini Sel gider ve zulmetin çöplüğü temizlenir Yağmur, bir gün kurtulup çağın kundaklarından Alsam, ölümsüzlüğü billur dudaklarından Madeni arzuların ardında seyre daldım Küflü bir manzaranın çürüyen güllerini Senin için görülen bir düş de ben olsaydim Şehirler kabus dolu; köylere duman düştü Tersine döndü her şey sanki; asuman düştü Kırık bir kayık kaldı elimizde, hayali Hazindir ki; dertleri asmaya umman düştü Ayrılığın bağrımda büyüyen bir yaradır Seni hissetmeyen kalp, kapısız zindan olur Sensiz doğrular eğri; beyaz bile karadır Sesini duymayanlar girdabında boğulur Ana rahminde ölür sensizlikten bir cenin Şaşkınlığa açılır gözleri, görmeyenin Saatlerin ardında hep kendimi aradim Bir melal zincirine takıldı parmaklarım Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım Sensiz, ufuklarıma yalancı bir tan düştü Sensiz kıtalar boyu uzayan vatan düştü Bir kölelik ruhuna mahkum olunca gönül Yüzyıllardır dorukta bekleyen sultan düştü Ay gibisin; güneşler parlıyor gözlerinde Senin tutkunla mecnun geziyor güneş ve ay Her damla bir yıldızı süslüyor göklerinde Sümeyra'yı arıyor her damlada bir saray Tohumlar ve iklimler senindir; mevsim senin Mekanın fırçasında solmayan resim senin Yağmur, birgün elimi ellerinde bulsaydım Güzellik şahikası gülümserdi yüzüme Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım Tavanı çöktü aşkın; duvarlar üryan düştü Toplumun gündemine koyu bir isyan düştü İniltiler geliyor doğudan ve batıdan Sensizlikten bozulan dengeye ziyan düştü Islaklığı sanadır ahımın, efgahımın İçimde hicranınla tutuşuyor nağmeler Sendendir eskimeyen cevheri efkarımın Nazarın ok misali karanlıkları deler Bu değirmen seninle dönüyor; ahenk senin Renkleri birbirinden ayıran mihenk senin Bir hüzün ülkesine gömülüp kaldı adım Kapanıyor yüzüme aralanan kapılar Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım Yağmur, sayrılığıma seninle derman düştü Beynimin merkezine ölümsüz ferman düştü Silindi hayalimden bütün efsunu ömrün Bir dönüm noktasında aklıma Rahman düştü Nefsinle yeniden çizilecek desenler Çehreler yepyeni bir degişim geçirecek Aydınlığa nurunla kavuşacak mahzenler Anneler çocuklara hep seni içirecek Yağmur, seninle biter susuzluğu evrenin Sana mü'mindir sema; sana muhtaçtır zemin Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım Kardeşler arasında heyhat, su-i zan düştü Zedelendi sağduyu; körleşen iz'an düştü Şarrkısıyla yaşadık yıllar yılı baharın İnsanlık bahçemize sensizlik hazan düştü Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım Dokunduğun küçük bir nakiş da ben olsaydım Sana sırılsıklam bir bakiş da ben olsaydım Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım Senin için görülen bir düş de ben olsaydım Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım |
Nurullah Genç
|
Kitabı baş ucuma koyunca ,bilgilerin kafama gireceğini sanmak bende de var. Burada okuyunca benim gibi düşünenleri tuhaf olmadığımı anlıyorum:)))) Bazı günler anlamsızca mutsuz oluyorum ben de ve dine sarılmak en güzeli, en iyi geleni.
YanıtlaSilEvet öyle gerçekten değil mi? Çok yaşayın içimi rahatlattınız ;)))
SilBir akım da sizden gelsin o zaman ... tarih verip başalayalım hep beraber okumamıza... ben varım çok sevinirim :)
YanıtlaSilBen bugün eski siretimden tekrar başladım okumaya, ama birlikte okuma fikri senden geldi şahanesin. Ne kadar güzel olur. Hepimiz tekrardan Ramazan başlayıncaya kadar birer tane siret bitirelim inşallah. Hem üç aylarımız bereketlenir, hem de Ramazan Ayına bir hazırlık olmuş olur. Ramazanda da Kur'an ile devam ederiz. Eminim arkadaşlarımdan ve senden çok daha güzel fikirler çıkacaktır. İyi ki varsın. Paylaşmak bizi zenginleştiriyor.
SilBaş ucuna koyduğun o güzel kitabı yıllar önce,lise 1 e giderken okumuştum...
YanıtlaSilAyşecim ben de ancak üniversite 1. Sınıfta keşfedip okuyabilmiştim. Ve o günden sonra Peygamberimizi sevmeyi öğrenmiştim. Dili çok akıcı ve anlaşılabilir. O nedenle tekrar başladım ve büyük bir keyifle okuyorum. Sen de bizim siret okuma etkinliğimize katılmak istermisin? Böyle bir etkinlik başlatalım diye düşünüyoruz ;) destek olup bloğunda duyurmayı düşünürmüsün??
Silne güzel bir paylaşım : )
YanıtlaSilTeşekkür ederim Nihal Hanımcığım ;)
Sil