21 Nisan 2014 Pazartesi

SEVMEDEN, BİLMEDEN, ANLAMADAN???

   
    Bazen böyle bir melankolikliğim tutar benim, bilmem size de olur mu? Bir şekilde fiziksel ve ruhsal olarak rahatsızımdır, ne telkin edersem edeyim kendime;  kifayetsiz kalır kelimelerim. Dün yani pazar günü de öyle bir gündü. Eni konu mutsuz ve hastayken gece yarısı Kutlu doğum haftası nedeni ile Efendimiz hakkında yazmak ve bunun için de okumak fikri beni heyecanlandırdı, mutlu etti. Sabah yastığımın kenarında benim ilk siretim olan Hz. Muhammed'in Hayatı (Martin Lings) ile uyandım. Yastığımın yanına koyunca sanki ordan gece kendi kendine kafama doluşuyor içindekiler :)))) Ama öyle işte benim için ezelden beri var bu adet. 
         Taa geçen yıldan kafamda Kur'an'da geçen dua ayetlerini meal okuma sırasında bir deftere not etmek vardı. Böylece her yıl içinde yeniden başlayarak okuduğum Kur'an'ın dilinden dua etmeyi öğrenmiş olacaktım.  (Bu benim aynı zamanda namaza başlamamı sağlayan bana ait bir öğrenme metodu) Daha sonra da Efendimiz'in dualarını bulmaya çalışacak, bunun için de siyer okumaya, bu hedefle de Peygamberimizi tanımaya, anlamaya, idrak etmeye çalışacaktım. Bu din bilmeden, sevmeden, anlamadan yaşanabilecek bir din değil. Hayatın her anında o kadar çok ihtiyacımız var ki buna. Peygamberimiz'in beni etkileyen dualarından birini burada da zikretmek, sizlerle paylaşmak isterim. Önce evveliyatını kısaca özetlemeye çalışayım.  
        Hüzün Yılında yani ms 619 yılını Efendimiz Hüzün Yılı olarak ilan ediyor. Çünkü o yıl Efendimiz hanımı Hz. Hatice'yi kaybetmiş ve büyük bir üzüntüye boğulmuştu.25 yıl birlikte huzurlu ve mutlu bir evlilik yaşadığı Hz Hatice sadece hanımı değil O'nun en yakın arkadaşı, danışmanı, bakmak için evine aldığı Ali ve Zeyd dahil tüm ailesinin ve dört kızının annesiydi. Dört kızı annelerinin ölümüne çok üzülürken onları teselli etmek için Cebrail'in bir keresinde gelip, Hz Hatice'ye Rabbinden selam getirdiğini ve Cennette O'na bir döşek hazırladığı müjdesini verdiğini anlattı. Ardından da hayatı boyunca kendisini koruyup kollayan, Mekke'nin ileri gelenlerinin saydığı, çekindiği sevgili amcası Ebu Talib'i kaybetti.  Şimdi artık Mekke'de tamamen  korunmasız kalmış olan Efendimiz ve sahabesi için de durum gittikçe zorlaşıyordu. Bir keresinde evinin bahçesinde namaz kılarken adamın biri içi kan ve pislik dolu işkembeyi efendimizin üzerine atmış, eve döndüğünde kızlarından biri ağlayarak babalarını temizlemişti. "Ağlama küçük kızım, Allah babanı koruyacak" demişti. Bu olaydan sonra Peygamber Taif'te yaşayan Sakiflilerden yardım istemeye karar verdi. Oysa Taifliler Efendimiz'in yardım talebine kölelerini ve çocuklarını Efendimiz'in üzerine salarak karşılık verdiler. Öyle büyük bir kalabalık toplanmıştı ki Efendimiz özel bir bahçeye  sığınmak zorunda kaldı. Devesini bir hurma ağacına bağlayıp bir asmanın gölgesinde şöyle dua etti; Allah'ım insanlar karşısındaki zayıflığımı, güçsüzlüğümü ve çaresizliğimi sana söylüyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi, Sen zayıfların Rabbisin. Ve Sen benim Rabbimsin. Beni kimin ellerine emanet ediyorsun? Bana kötü davranan yabancı birinin ellerine mi? Yoksa bana karşı silahlandırdığın bir düşmana mı? Buna aldırmam yeter ki Sen'in gazabın olmasın. Fakat Sen'in yardımın benim için daha geniş ve rahattır! Tüm karanlıkları aydınlatan ve bu dünyayı da ahireti de düzene sokan Nur'una sığınıyorum. Yeter ki, Sen'in kızgınlık ve gazabın üzerime olmasın. Dilediğine yardım etmek Sen'in elindedir. Sen'den başka güçlü ve kuvvetli yoktur. 
     Ne kadar içten edilmiş güzel bir dua değil mi? Bu olaylardan sonra Efendimiz Mirac'ı yaşamıştır. Mirac hadisesi ise bambaşka.  Haydi gelin hem ben, hem siz önce Salatü Selam getirelim, sonra da yeniden bir Siret okumayla işe başlayalım. Yazımı çok sevdiğim günümüz şairlerinden Nurullah Genç'in naatı olan Yağmur şiiri ile bitirmek isterim. 
Yağmur

Vareden'in adıyla insanlığa inen Nur
Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından
Toprağı kirlerinden arındırır bir Yağmur
Kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından
Rahmet vadilerinden boşanır ab-ı hayat
En müstesna doğuşa hamiledir kainat

Yıllardır boz bulanık suları yudumladım
Bir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsalları
Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım

Hasretin alev alev içime bir an düştü
Değişti hayel köşküm, gözümde viran düştü
Sonsuzluk çiçeklerle donandı yüreğimde
Yağmalanmış ruhuma yeni bir devran düştü

İhtiyar cübbesinden kan süzülür Nebi'nin
Gökyüzü dalgalanır ipekten kanatlarla
Mehtabını düşlerken o mühür sahibinin
Sarsılır Ebu Kubeys kovulmuş feryatlarla
Evlerin arasına dikilir yesil bayrak
Yeryüzü avaredir, yapayalnız ve kurak

Zaman, ayaklarımda tükendi adım adım
Heyûla, bir ağ gibi ördü rüyalarımı
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydim

Yağmur, gülsenimize sensiz, baldiran düştü
Düşmanlik içimizde; dostluklar yaban düştü
Yenilgi, ilmek ilmek düğümlendi tarihe
Her sayfaya talihsiz binlerce kurban düştü

Bir güzide mektuptur, çağlarin ötesinden
Ulaşır intizarın yaldızlı sabahına
Yayılır o en büyük mustu, pazartesinden
Beyazlik dokunmuştur gecenin siyahina
Susuzluktan dudağı çatlayan gönüllerin
Sükutu yar, sevinci dualar kadar derin

Çaresiz bir takvimden yalnızlığa gün saydım
Bir cezir yaşadım ki, yaşanmamiş, mazide
Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydim

Sensiz, kaldırımlara nice güzel can düştü
Yarılan göğsümüzden umutlar bican düştü
Yağmur, kaybettik bütün hazinesini ceddin
En son, avucumuzdan inci ve mercan düştü

Melekler sağnak sağnak gülümser maveradan
Gümüş ibrik taşıyan zümrüt gagalı kuşlar
Mutluluk nağmeleri işitirler Hiradan
Bir devrim korkusuyla halkalanır yokuşlar
Bir bebeğin secdeye uzanırken elleri
Paramparça, ateşler sahinin hayalleri

Keşke bir gölge kadar yakınında dursaydım
O mücella çehreni izleseydim ebedi
Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım

Sarardı yeşil yaprak; dal koptu; fidan düştü
Baykuşa çifte yalı; bülbüle zindan düştü
Katil sinekler deldi hicabın perdesini
İstiklal boşluğunda arılar nadan düştü
Dolaşan ben olsaydım Save'nin damarında
Tablosunu yapardim yıkılan her kulenin
Ebedi aşka giden esrarlı yollarında
Senden bir kıvılcımın, süreyya bir şulenin
Tarasaydım bengisu fışkıran kakülünü
On asırlık ocağın savururdum külünü

Bazen kendine aşık deli bir fırtınaydım
Fırtınalar önünde bazen bir kuru yaprak
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım

Sensizlik depremiyle hancı düştü; han düştü
Mazluma sürgün evi; zalime cihan düştü
Sana meftun ve hayran, sana ram olanlara
Bir bela tünelinde ağır imtihan düştü

Badiye yaylasında koklasaydım izini
Kefenimi biçseydi Ebva'da esen rüzgar
Seninle yıkasaydım acılar dehlizini
Ne kaderi suçlamak kalırdı ne intihar
Üstüne pırıl pırıl damladığın bir kaya
Bir hurma çekirdeği tercihimdir dünyaya

Suskunluğa dönüştü sokaklarda feryadım
Tereddüt oymak oymak kemirdi gururumu
Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım

Haritanın en beyaz noktasına kan düştü
Kırıldı adaletin kılıcı; kalkan düştü
Mahkumlar yargılıyor; hakimler mahkum şimdi
Hakların temeline sanki bir volkan düştü

Firakınla kavrulur çölde kum taneleri
Ahuların içinde sevdan akkor gibidir
Erdemin, bereketin doldurur haneleri
Sensiz hayat toprağın sırtında ur gibidir
Şemsiyesi altında yürürsün bulutların
Sensiz, yükü zehirdir en güzel imbatların

Devlerin esrarını aynalara sorsaydım
Çözülürdü zihnimde buzlanmış düşünceler
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım

Sensiz, tutunduğumuz dallardan yılan düştü
İlkin karardı yollar, sonra heyelan düştü
Güvenilen dağlara kar yağdi birer birer
Sensizlik diyarından püsküllü yalan düştü

Yağmur, duysam içimin göklerinden sesini
Yağarsın; taşlar bile yemyeşil filizlenir
Yıldırımlar parçalar çirkefin gövdesini
Sel gider ve zulmetin çöplüğü temizlenir
Yağmur, bir gün kurtulup çağın kundaklarından
Alsam, ölümsüzlüğü billur dudaklarından

Madeni arzuların ardında seyre daldım
Küflü bir manzaranın çürüyen güllerini
Senin için görülen bir düş de ben olsaydim

Şehirler kabus dolu; köylere duman düştü
Tersine döndü her şey sanki; asuman düştü
Kırık bir kayık kaldı elimizde, hayali
Hazindir ki; dertleri asmaya umman düştü

Ayrılığın bağrımda büyüyen bir yaradır
Seni hissetmeyen kalp, kapısız zindan olur
Sensiz doğrular eğri; beyaz bile karadır
Sesini duymayanlar girdabında boğulur
Ana rahminde ölür sensizlikten bir cenin
Şaşkınlığa açılır gözleri, görmeyenin

Saatlerin ardında hep kendimi aradim
Bir melal zincirine takıldı parmaklarım
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım

Sensiz, ufuklarıma yalancı bir tan düştü
Sensiz kıtalar boyu uzayan vatan düştü
Bir kölelik ruhuna mahkum olunca gönül
Yüzyıllardır dorukta bekleyen sultan düştü

Ay gibisin; güneşler parlıyor gözlerinde
Senin tutkunla mecnun geziyor güneş ve ay
Her damla bir yıldızı süslüyor göklerinde
Sümeyra'yı arıyor her damlada bir saray
Tohumlar ve iklimler senindir; mevsim senin
Mekanın fırçasında solmayan resim senin

Yağmur, birgün elimi ellerinde bulsaydım
Güzellik şahikası gülümserdi yüzüme
Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım

Tavanı çöktü aşkın; duvarlar üryan düştü
Toplumun gündemine koyu bir isyan düştü
İniltiler geliyor doğudan ve batıdan
Sensizlikten bozulan dengeye ziyan düştü

Islaklığı sanadır ahımın, efgahımın
İçimde hicranınla tutuşuyor nağmeler
Sendendir eskimeyen cevheri efkarımın
Nazarın ok misali karanlıkları deler
Bu değirmen seninle dönüyor; ahenk senin
Renkleri birbirinden ayıran mihenk senin

Bir hüzün ülkesine gömülüp kaldı adım
Kapanıyor yüzüme aralanan kapılar
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım

Yağmur, sayrılığıma seninle derman düştü
Beynimin merkezine ölümsüz ferman düştü
Silindi hayalimden bütün efsunu ömrün
Bir dönüm noktasında aklıma Rahman düştü

Nefsinle yeniden çizilecek desenler
Çehreler yepyeni bir degişim geçirecek
Aydınlığa nurunla kavuşacak mahzenler
Anneler çocuklara hep seni içirecek
Yağmur, seninle biter susuzluğu evrenin
Sana mü'mindir sema; sana muhtaçtır zemin

Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım
Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım

Kardeşler arasında heyhat, su-i zan düştü
Zedelendi sağduyu; körleşen iz'an düştü
Şarrkısıyla yaşadık yıllar yılı baharın
İnsanlık bahçemize sensizlik hazan düştü

Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım
Dokunduğun küçük bir nakiş da ben olsaydım
Sana sırılsıklam bir bakiş da ben olsaydım
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım
Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım
Senin için görülen bir düş de ben olsaydım
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım
Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım
Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım
Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım
Nurullah Genç

8 yorum:

  1. Kitabı baş ucuma koyunca ,bilgilerin kafama gireceğini sanmak bende de var. Burada okuyunca benim gibi düşünenleri tuhaf olmadığımı anlıyorum:)))) Bazı günler anlamsızca mutsuz oluyorum ben de ve dine sarılmak en güzeli, en iyi geleni.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet öyle gerçekten değil mi? Çok yaşayın içimi rahatlattınız ;)))

      Sil
  2. Bir akım da sizden gelsin o zaman ... tarih verip başalayalım hep beraber okumamıza... ben varım çok sevinirim :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben bugün eski siretimden tekrar başladım okumaya, ama birlikte okuma fikri senden geldi şahanesin. Ne kadar güzel olur. Hepimiz tekrardan Ramazan başlayıncaya kadar birer tane siret bitirelim inşallah. Hem üç aylarımız bereketlenir, hem de Ramazan Ayına bir hazırlık olmuş olur. Ramazanda da Kur'an ile devam ederiz. Eminim arkadaşlarımdan ve senden çok daha güzel fikirler çıkacaktır. İyi ki varsın. Paylaşmak bizi zenginleştiriyor.

      Sil
  3. Baş ucuna koyduğun o güzel kitabı yıllar önce,lise 1 e giderken okumuştum...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ayşecim ben de ancak üniversite 1. Sınıfta keşfedip okuyabilmiştim. Ve o günden sonra Peygamberimizi sevmeyi öğrenmiştim. Dili çok akıcı ve anlaşılabilir. O nedenle tekrar başladım ve büyük bir keyifle okuyorum. Sen de bizim siret okuma etkinliğimize katılmak istermisin? Böyle bir etkinlik başlatalım diye düşünüyoruz ;) destek olup bloğunda duyurmayı düşünürmüsün??

      Sil