29 Kasım 2013 Cuma

HALDEN HALE ;)

     
  Cuma günlerini seviyorum, her ne kadar benim haftaya dayanma pilim, perşembeden yarıya inip, cuma sabahı tamamen bitmiş, yataktan kalkma azmini, uykumdan uyanma başarısını gösterebilmek için gözümün üzerine akşamdan oturup, taa sabah olunca bile kımıldamamış mandaları kovalarken literatürdeki bütün iltifatları (!) etsem de, ayılmak benim için mucize. Yok beni ayıltan bişey! Çay, kahve, kahvaltı! Önüme 9 katlı pasta gelse uykum açılmıyor. Ne imrenirim ezelden beri öyle yataktan pıt diye kalkabilip, hiç bişey olmamış gibi hayata kaldığı yerden devam edebilenlere. Oysa ben uykumla mücadele destanı yazıyorum, doğduğum günden beri de madalya veren yok ;)) Sabah arabaya binince radyoyu açıyorum ve hangi radyoda karadeniz müziği varsa oraya zapping. Uykulu halime iyi geliyor, kemençe, horon beni ayıltıyor mu? Yoksa herkes arabada yalnızken özüne mi dönüyor anlamadım. Çünkü geçenlerde başka bir arkadaşımın arabasına bindim baktım onda da gıygıdı karadeniz müziği açık. Dedim ne iş? "Yolda Karadeniz müziği dinlemeyi seviyorum" dedi :)) Her neyse bu sabah açtığım radyoda Yıldız Tilbe. E severim kalsın dedim. Amanın hangi viteste kaldığımı unuttum. Vallahi! Öyle içimi baymış ki sabah sabah, cır cır... Töbe bismillah bi daha dinleyemeyecek kadar kulağıma kötü geldi :)) 
         Bugün Amerika'da "kara cuma"ymış! Yahu sanki başka gün mü kalmadı da cuma gününü "kara"ladınız. Hayır, biz sataşmayalım da adamlar rahat durmuyor ki :)) İndirim çılgınlığı, geceden mağazaların önlerine yığılmalar... Gören kıtlıktan çıktıklarını sanır. Ama değil, dünyanın en çok tüketen insanları onlar! Mağazaları ayağa kaldıranlar yine onlar :)) Hoş aynı şey, yani indirimler bizde olsa, bizdeki mağazalarda yere düşen kopmuş ceket düğmesi bile kalmaz. Bir açgözlülüktür gidiyor, Allah sonumuzu hayır etsin bakalım.
         Bu hafta sonu için güzel planlarım var; önce pazar günü; anne baba, kardeş yenge, ve iki güzeller güzeli yeğenlerle şahane bir pazar kahvaltısı; menüyü hazırlamak,  şimdiden beni heyecanlandırıyor. Cumartesi pazarından bolca yeşillik alıp, buzdolabını tazelemek lazım ama cumartesi için de şehir dışında olmayı planlayan, planlı da yaşamayı beceremeyen, becerebildiği planlara da bin takoz konulan ben acaba nasıl becerebileceğim?? Olsun yine de planlamak güzeldir. Birinden birisini becerirsin ve seni mutlu eder. Hayatına keyif katar. Keyif almadığın her şeyden kaç kaçabildiğin kadar. Yeni mottomuz budur. Velev ki Yıldız Tilbe avaz avaz şarkı söylüyorsa, planlarının üzerine değil takoz ağaç devirmeye çalışılıyorsa bile ;)) Hayat güzel, hele de sevdiklerinle berabersen eğer doyumsuz. Size de keyfinizi kaçıracak her şeyden uzaklarda, sevdiklerinizle musmutlu hafta sonları... Sevgiyle kalın...
Hamiş: Yaşasın sınavın bittiği hafta sonu, bakın nasıl da güzelleşiyormuş ;))

28 Kasım 2013 Perşembe

OKUL BAHÇESİNDEN MEHMETLERE MEKTUP(!)


Zindandan Mehmed'e Mektup


Zindan iki hece, Mehmed'im lâfta!
Baba katiliyle baban bir safta!
Bir de, geri adam, boynunda yafta...
Halimi düşünüp yanma Mehmed'im!
Kavuşmak mı? .. Belki... Daha ölmedim!

Avlu... Bir uzun yol... Tuğla döşeli,

Kırmızı tuğlalar altı köşeli.
Bu yol da tutuktur hapse düşeli...
Git ve gel... Yüz adım... Bin yıllık konak.

Ne ayak dayanır buna, ne tırnak!

Bir âlem ki, gökler boru içinde!
Akıl, olmazların zoru içinde.
Üstüste sorular soru içinde:
Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu?
Buradan insan mı çıkar, tabut mu?

Bir idamlık Ali vardı, asıldı;

Kaydını düştüler, mühür basıldı.
Geçti gitti, birkaç günlük fasıldı.
Ondan kalan, boynu bükük ve sefil;
Bahçeye diktiği üç beş karanfil...

Müdür bey dert dinler, bugün 'maruzât'!

Çatık kaş.. Hükûmet dedikleri zat...
Beni Allah tutmuş, kim eder azat?
Anlamaz; yazısız, pulsuz, dilekçem...
Anlamaz; ruhuma geçti bilekçem!

Saat beş dedi mi, bir yırtıcı zil;

Sayım var, maltada hizaya dizil!
Tek yekûn içinde yazıl ve çizil!
İnsanlar zindanda birer kemmiyet;
Urbalarla kemik, mintanlarla et.

Somurtuş ki bıçak, nâra ki tokat;

Zift dolu gözlerde karanlık kat kat...
Yalnız seccâdemin yününde şefkat;
Beni kimsecikler okşamaz mâdem;
Öp beni alnımdan, sen öp seccâdem!

Çaycı, getir, ilâç kokulu çaydan!

Dakika düşelim, senelik paydan!
Zindanda dakika farksızdır aydan.
Karıştır çayını zaman erisin;
Köpük köpük, duman duman erisin!

Peykeler, duvara mıhlı peykeler;

Duvarda, başlardan, yağlı lekeler,
Gömülmüş duvara, baş baş gölgeler...
Duvar, katil duvar, yolumu biçtin!
Kanla dolu sünger... Beynimi içtin!

Sükût... Kıvrım kıvrım uzaklık uzar;

Tek nokta seçemez dünyadan nazar.
Yerinde mi acep, ölü ve mezar?
Yeryüzü boşaldı, habersiz miyiz?
Güneşe göç var da, kalan biz miyiz?

Ses demir, su demir ve ekmek demir...

İstersen demirde muhali kemir,
Ne gelir ki elden, kader bu, emir...
Garip pencerecik, küçük, daracık;
Dünyaya kapalı, Allaha açık.

Dua, dua, eller karıncalanmış;

Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış.
Gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış...
Bir soluk, bir tütsü, bir uçan buğu;
İplik ki, incecik, örer boşluğu.

Ana rahmi zâhir, şu bizim koğuş;

Karanlığında nur, yeniden doğuş...
Sesler duymaktayım: Davran ve boğuş!
Sen bir devsin, yükü ağırdır devin!
Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin!

Mehmed'im, sevinin, başlar yüksekte!

Ölsek de sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!

(1961)
Necip Fazıl Kısakürek
         Üstad Necip Fazıl'ın bu şiirini çok severim, zahir tüm şiirleri güzeldir ya. Hangisi o günkü ruh halimize hitap ediyorsa odur dilimizden dökülen. Tahmin ettiğiniz gibi bugün bizim için biraz hüzün, biraz endişe, biraz heyecan var. Gözbebeğim, biricik yavrum bugün Türk Eğitim Sisteminin ilk çarkından sbs (liselere giriş) sınavının birinci etabından geçecek. Hakikaten instagramda yazdığım gibi "az gittik, uz gittik dere tepe düz gittik... Nasrettin hoca oğlunu "testiyi kırmasın" diye suya gitmeden dövdü, biz daha çocuk suya gideceğini bilmeden... Yazın kitap okudu, kışın okulla dersane arasında mekik dokudu. Hafta sonlarının dayanılmaz cazibeli gezme planları,  küçük kısa tatilleri, minik kent ormanı piknikleri, yakın şehir turları, sabah gamsızca istediğin saatte kalkma özgürlüğü, kaztüyü yastıkla sıcacık yatakta, yarı uyur, yarı uyanık keyif yapmaları, mutfaktan gelen mis gibi menemen, taze köy biberi veya fırındaki poğaçaların kokusu ile zevkle yapılan geç kahvaltıları, tv kumandası ile zapping yapma ve ardından tam karşısındaki koltukta masal dinleyen çocuk huzuruyla uyuklama keyifleri ailecek terk edilerek, bir asker disipliniyle; sabahın köründe yarı uyuklayan çocukla alelacele anneyle dersaneye gidilip vakti saatinde babayla dersaneden dönüldü. Binbir gece masalı değil, binbir yayınevinin test kitapları çözüldü. Testler testleri, aylar ayları, yıllar yılları kovaladı ve o gün işte bugüne geldi çattı. Namazlar kılındı, Yasinler, Tebarekeler, Ammeler okundu. Gözyaşları Esma'ya eşlik etti ve her zamanki gibi yine galiba olay biraz abartılı yaşandı. Evet biliyorum, herşey gelip geçmiş olacak ve mukadderat neyse o olacak. Bizse elimizden geleni yapmış olmanın, anne-baba olarak bu önemli durumu en iyi şekilde yönetmiş olmanın vicdani rahatlığını yaşamaya çalışacağız.  Sınav bite hayr'ola, çocuklarımız bu çilelerden kurtula... (Gönülden amin diyeceğinizi ve bildiğiniz bilumum duaları okuyacağınızı biliyorum) 

27 Kasım 2013 Çarşamba

GÜZEL HAVALAR

         
Sisli, soğuk ama güzel bir sabahtan tüm dostlarıma merhaba! Sabah ayağım pembe, peluş halıya değer değmez daha gözümün biri bile açılmamışken içimde hisettiğim kıpırtıyı sizinle paylaşmak istedim. Hayır yeni bir pırlanta taşlı mücevherin, son model otomobilin, pembe panjurlu köşkün sahibi de değildim. ;)) Veya yıllarca yaptığım diyetlerin sonucunda sihirli bir değneğe dokunup 38 bedene falan da inmedim. Yepyeni sarı saçlı, kırmızı yüzlü, çatık kaşlı, elleri yumuk yumuk miss gibi cennet kokan, yeni doğmuş bir bebeğin annesi de olmadım. Ahh keşke, ne güzel duygularmış, tüm bu duyguları tattırıp, tadını damağımızda bırakan Rabbe sonsuz şükürler olsun. Ne güzellikler yaşamışız, ne nimetlere sahip olmuşuz ki Rabbim hepsinin nasıl bir duygu olduğunu öğrenme imkanı vermiş. Rabbim gerçekten sonsuz kere şükürler olsun. Üzerimizdeki nimetlerini eksiltme arttır.  Ama bu sefer sevindiğim şey bu bloğun varlığı. Gülmeyin ama ;)) Evet gerçekten. Hayır nedenini bilmiyorum. Şaka gibiyim. Bunu bilen varsa bana izah etsin. Mazallah yazar olacakmışım da, yanlışlıkla mali müşavir olmuşum. :))) Hay bin kunduz okuduğum okullara :)) Aman millet kasım kasım kasılırken ne kadar da kızardım bu yazar çizer takımına. Halbuki bu yazılar, yazma eylemi mahvetmiş onları da beni de. Orhan Veli'ye rahmet olsun. Pek severim şiirlerini, hele de "GÜZEL HAVALAR" şiiri; buyrun beraber okuyalım....
Beni bu güzel havalar mahvetti,
Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden.
Tütüne böyle havada alıştım,
Böyle havada aşık oldum;
Eve ekmekle tuz götürmeyi
Böyle havalarda unuttum;
Şiir yazma hastalığım
Hep böyle havalarda nüksetti;
Beni bu güzel havalar mahvetti.

                                 ORHAN VELİ
Ah nasıl da güzel öyle değil mi? Okunmak, sevilmek, dost sahibi olmak, hayatı hafife almak, kahkaha atmak, paylaşmak, tarifi imkansız... Sevgiyle kalın, yeni paylaşımlarda görüşmek üzere...
                                 
KRAKOV/POLONYA
                                                                                                                                   
  Diğeri de sevgili erkek kardeşimin güne güzel başlamama neden olan hediyesi :))

26 Kasım 2013 Salı

BLOGUMUZUN İSMİNE DAİR...

    
 Bu hafta benim için çok önemli bir hafta. Hem bloğum hayat buldu, hem de biricik oğlum bu hafta yeni sistemin ilk sbs babındaki sınavlarına girecek. Maalesef bizim ülkemizde sınavlar hala önem arzediyor.  
        Gelelim minik bebeğimiz, bloğumuzun ismine. Herşey dün tamamen spontane gelişti. Aslında hiç aklımda böyle bir isim yoktu. Aslında bir blog açma fikrim ve bilgim de yoktu ama her şey o kadar ani gelişti ki ben daha çok "çiçek-böcek" tarzı bir isim bulmaya çalışıyordum. Bu aniden gelen ismi hiç tereddüt etmeden kabul ettim. Fakat bunun daha sonra geçmişte karaladığım hatıratımdan çıkıp geldiğini ve anılarımın bugüne, bu yeni başlangıca bir "hediye" takdim ettiğini farkettim. O anılar da elbette ileriki bloglarımda kendilerine, sokağa bakan cumba önüne kurulmuş sedirlerin, kanaviçeli sırt yastıkları ile süslenmiş minderlerinde yer bulacak ve sohbetimize katılacaklar. O konağın tüm odalarını birlikte dolaşıp, eski tahta bavulların içindekileri, pembe, kırmızı boncukların, incilerin, ipek kadife kumaşların, siyah kadife işlemeli şifonların sandıklardan ortaya döküldüğü zamanki yaşanılan çocuksu heyecanı, kiler odasındaki devasa ambarların, turşu ve pekmez fıçılarının doldurulup boşaltılma hikayelerini, kuzeydeki ve güneydeki, alt ve üst kattaki odaların sahiplerini belki tek tek burda birlikte ağırlayacağız.
         Tüm yaşanmışlıklara, anılara, dostlara, dost kalabilenlere selam olsun. 
                                                                              26.11.2013

25 Kasım 2013 Pazartesi

BİSMİLLAH İLE GİRİZGAH :)

     
 Öncesinde ve sonrasında "Bismillah" demeyi hatırlamış olmak beni mutlu etti ve ilk cümleyi yazınca daha dün aldığım (öğretmenler günü hediyeleri seçerken kendime de bir recnote hediye etmiştim) yeşil deri kaplı, sarı hamur kağıtlı bu minik defteri mi, yoksa eşimden "eski netbukumla değiştirdiğim bu klavyesi, ekranı pek afilli yeni netbuktamı yazsam diye tereddütte kaldım. Kağıt-kalem ikilisi beni her zaman olduğu gibi daha çok kendine çekti. Bir hevesle defterimi kalemin hışırtısı eşliğinde karaladım. 
     Bir blog açmak neden ilgimi çekti? Yıllardır yazmak, ve büyük edebiyatçı ;)) olmak hep hayalimdi. Olamadı. Kısmet. Blog dünyası belki gelişimini özel hayatı paylaşmaya borçlu. Ben bunu ne kadar becerebilirim bilemiyorum. Çünkü bundan çok hoşlandığımı söyleyemeyeceğim. Yani yine bir ikizler burcu ikilemindeyim :) Belki şimdilik sizinle günlük karalamalar, anı paylaşmalar olarak devam ettirebilirim. Sonra bir aile olunca o zaman herşeyimizi rahatça paylaşırız değilmi ;)
         14 yıl önce, yani eşimle 2 yıl sürecek bir ayrılığın, tarifsiz bir hüznün arefesindeyken Münib Engin Noyan Beyefendinin rahmetli anneannesinin hatıratından derlediği "Oma"yı okurken günlük tutmaya kesin karar vermiştim. Öyle güzeldi ki bana büyük hüznümü unutturmuş, dost olmuştu. Çok nadir zamanlarda bir iki yazıp çizmenin ötesine geçemedim. Bugün baktığım zaman içimde sadece pişmanlık var. Öyle çok şey yaşandı ki! Ve zaman her zamanki gibi "göz açıp, kapayıncaya" kadarmış. Bugün geldiğim noktada "blog", "günlük" farklı da olsa aslında her ikisi de tarihe not düşmek değilmidir. Ve "sağımızdaki ve solumuzdaki katiplere" selam olsun, ara ara onlara eşlik etmiş, belki kendimizi gözden geçirmiş, eksklerimizi belgelemiş olacağız. Evet kesinlikle bu çok işe yarayacak. (Bir öğle namazı molası)
        Yarım kalmasın bu küçük girizgahımızı yaptıktan sonra işlerimizin amacını, gönlümüzden geçenleri bilen Rabbim hayır ihsan etsin. Her işimizi kendisine ulaşan yolda bize vasıta eylesin. Hayır dualarınızı ve sevgilerinizi bekliyorum. Selametle...
"Görelim bakalım Mevla neyler, neylerse güzel eyler"...
                                                                                   25.11.2013