5 Ekim 2016 Çarşamba

GİZLİ VEDA

     
Beyazıt meydanını temaşa eden, Kapalı Çarşı'nın girişindeki Beyazıt Sarayı restoranında kahvaltı yapma bahanesiyle,   Peykhane'den veya Klodfrarer'den Divan Yolu'na tırmanarak yolun sağında restorasyonda olan heybetli Sultan 2. Mahmud Türbesini, onun yanındaki Atik Ali paşa Camii, onun karşısında Sinan Paşa türbesi, Türbenin hemen karşısında yine yolun sağındaki Atik Ali Paşa ile neredeyse yan yana yüzlerce yıldır komşuluk eden Çorlulu Ali Paşa Camileri arasından yürümek. Belki de bu camilerin ve  külliyelerinin yaşına yakın koca gövdeli çınar ve ıhlamur ağaçlarının gölgelediği bahçelerinin, artık basılmaktan aşınmış, ayak izleri oluşmuş gri, sarı mermerlere, taşlara yayılmış kedicikler ile sonbaharın başlangıcı üç beş sararmış yaprak... Rüzgar öyle hafif esiyor ki bu koca çınarların altında boylu boyunca uzanan şadırvanlar, tahta banklar, ağaçların dipleri, caminin cümle kapısındaki mermer basamaklar ruhumu sarıp sarmaladı.  Bahçe kapısının altındaki o ilk aşınmış mermer sanki üzerinden geçen her ayağı hafızasına alıyormuş gibi tuhaf bir duyguya kapıldım. Tarih Divanyolu'nda mukim bu camiilerde akmamış, zaman değerini kaybetmiş gibi... Sultan Ahmet Cami ise tamamen kendi havasında. Her milletten cemaati ile Kabe gibi, canlı, hayatın tam ortasında, heybetli, ihtişamlı, övünç ve sürur içinde adeta... İyiki, iyi ki müslümanım elhamdülillah dedirtiyor insana... 
         Günlerdir vakit namazlarını da camilerde kılmak, camilerle halleşmek, orada edilen tüm dualara yüzlerce gönülden aminin büyüsüne gönlünü kaptırmak... Şimdiye kadar bunu hissedememiş olmanın buruk hüznünü yaşıyorum. Gördüğüm her camiye içimden selam edip buluşma sözü veriyorum... Sultan Ahmed Camii ile de içimizden gizlice sözleşerek vedalaştık.