25 Ağustos 2015 Salı

"MIŞ GİBİ YAŞAMAK" OUT, "YENİ BAŞLANGIÇLAR" İN ;)

       "Mış Gibi Yaşamak" yazısı önce gönlümde dolaşıp durdu, sonra yazıyla hem kendime, hem de kamuya arz olup şurda hayat buldu. Ve elbette sizden çok bu yazıyı ben okudum. İşte yazının gücü müdür, olacağın hayat bulacağından mıdır bilemiyorum lakin beni elimden tutup bu günkü noktaya getirip koydu. Bu süreçte hayata dair bazı kararlar aldım ve bu kararlarımı da önce kendime sonra da ilgili ilgisiz herkese dikte ettim. Artık "mış gibi yaşamaya" son verdiğimi ilan ettim. Henüz patronum bunu kabullenmiş görünmese de ben işten ayrılacağımı söyledim. Ve inanır mısınız önce eşim olmak üzere herkes bana destek oldu. Bunu hiç ümit etmiyordum, hiç beklemiyordum. Öyle mutluyum ki anlatamam. Yıllarca ben ne yormuşum öyle kendimi boşu boşuna. Demek ki kendi vesveselerim, kuruntularım beni daha çok yormuş. Şimdi bir geçiş süreci yaşıyorum, izindeyim ve evimdeyim. Kendi ofisimi (mali müşavirlik) açmak için planlar projeler yapıyorum. İş planlarımı hazırlıyorum. İş hayatımı artık kendi istediğim şekilde  yönlendirme  kararımın  paha biçilemez huzurunu yaşıyorum. Belki bu süreçte yaşayabileceğim hiç bir maddi/manevi sıkıntı beni bundan öncekiler kadar asla mutsuz etmeyecek bundan eminim.
 Bugün, dün pazardan aldığım mis kokulu domateslerimi kışlık sos yapıp kaldırdım. Domateslerle uğraşırken de sizinle bir hasbihal edip bu günceyi de tarihe not olarak buraya düşmüş oldum. Eminim ki dualarınızı, iyi dileklerinizi esirgemeyeceksiniz. Huzur ve mutluluk hepimizin olsun. 

5 Ağustos 2015 Çarşamba

'MIŞ GİBİ YAŞAMAK!...

           Son günlerde bu yazının başlığı dilime takıldı. Bu başlığın altında yüreğime değen en flaş kelime galiba "işim". Evet işimde mutluymuşum gibi davranıyorum, evet özgürmüşüm gibi sabah saatlerimi biraz daha uzatıyorum, akşamı öne alıyorum. Epi topu 20-30 dakikayla kendimi özgürmüş gibi hissediyorum. Yaptığım işin hayatımın ne kadar çok zamanını aldığını, bir çok faaliyetime engel olduğunu bile bile bunu geçici bir durummuş gibi düşünüyorum. Zamansızlıktan ertelediğim her şeyi tek tek bir gün telafi edebilirmiş gibi zannediyorum.  Asıl yapmak istediğim kendi işimi hala bir gün yapacak gücüm kalacakmış ümit ediyorum. Bir de dolabımda asılı elbiseler var "mış gibi yaşamak"ta. Zayıflayıp eski haline dönülecekmiş gibi saklananlar, spor salonu için alınmış kıyafetler, deniz için, havuz için, tatil için, toplantılar için..... Sonra bir kalabalık, sadece bir sandalet, bir pantolon, bir de tüllü hırkayla dolaşıp durmalar... Bunlar gibi nice saçma sapan şeyler... Mutsuz muyum? sorusunun cevabı tam ağzımdan çıkarken ağzıma tıkılan "ama sen de çok şükürsüzsün" le irkilip, korkmalar.  Hayır diyorum hayır! .....ben aslında çok şükrederim, gerçekten! Bu başka bişey! O başka bişey ezildi, yok edildi, sessiz çığlıklara döndü yine... Tatil bitti, zaman yine hükmü elimden aldı... Şimdilik!...
NOT:Uzun zamandır yazamadığım için beni merak eden sevgili blogdaşlarıma gönülden teşekkür ediyorum.  

8 Haziran 2015 Pazartesi

YİNE BİR HAZİRAN

       08 Haziran... Benim için anlamlı, her ne kadar ülkemde ufak çaplı bir kaos yaşanıyor olsa da :)). Güleriz ağlanacak halimize. Neyse bu yaşıma da ülkemin garip seçim sonuçları ile girmek varmış kısmette. Dün gece geç saatlere kadar uyuyamadım. Telefonumun şarj kablosu evde kalmış, şarjım bitik, kutlama mesajlarını facebook üzerinden alıyorum. Hediye seçimi ise sürpriz. Bakalım eşimin bana aldığı hediyeyi  beğenecek miyim. Her şeye rağmen mutluluk hissini veren Rabbim'e şükürler olsun. Akşama pasta keseceğiz, sizleri de bekliyorum.  Ben her ne kadar bu 2015 le yıldızımı barıştıramasam da heep ümitliyim. Sevgiler, doğum günü bloggerından...

25 Mayıs 2015 Pazartesi

HASBİHAL

         İkibin onbeş yılının benim açımdan karmaşık bir yıl olacağı sanki gelişinden belliydi. Daha ilk günlerini hastanede geçirdiğimde içimde küçücük bir endişe kalmıştı. Fakat hayata olumsuz yönden bakmayı asla sevmediğim için üzerinde de durmadım. Şükür, Allah öyle büyük ve öyle merhametli ki en ümitsiz zamanlarımızda bile hep imdadımıza yetişir, hep elimizden tutup bizi düştüğümüz yerden kaldırır. Zaman o kadar hızlı akıyor ki ve o kadar da yoğun ve yorucu ki bazen kendimi yaşanmış bir zamanı atlamış gibi hissediyorum. Bir işin, uğraşın, düşüncenin, amacın, kitabın, dersin, sınavın, borcun, sıkıntının, stresin, mutluluğun.... hülasa  yaptığım, yapmayı düşündüğüm her neyse onu bitiremeden, hazmedemeden diğerinin içinde bulunduğumu fark ediyorum. Başımı döndüren bir hız, lüzumsuz bir tempo, ikilemler, gel gitler ve tüm bunlardan kendini çekip çıkaramayan bir ben... 
          Huzur ve sükunet yalnızca tüm bu akışı durdurmak içinmiş gibi farz kılınmış namazda... Bunu da biliyorum, lakin yine de sizinle bir hasbihal etmek istedi gönül... 

13 Nisan 2015 Pazartesi

CEVVAL TERAZİ, PİLATES, HURMA...

   
     Bizim mutfakta bir dijital terazi var, neredeyse kuyumcu terazisi kadar hassas tartar sağolsun. Bu hassas terazinin aynısından bir de benim anatomik bünyemde var ve o da sağolsun bir kuyumcu terazisi kadar hassas çalışıyor. Yediğim her fazla gramı anında tartıyor, değerini veriyor peşin peşin ve itina ile de koruma altına alıyor. Şimdi hakkını yiyemeyeceğim yoksa çarpılırım bu kadar ölçülü, ayarlı, adaletli bir çalışma karşısında. Her neyse işte o cevval terazimle  böyle didişip giderken efendim, arkadaşla  bir pilates salonuna gidelim dedik. Kilo vermek için değil(!) (pilatesci kadın bunu elli sefer tekrar etti, yaw sanki biz kilo vermek için pilatese geldik diyoruz,  çattık!)  biraz şekil şemal yapmak niyetiyle geldik anacım. Aman efendim gelmez olaydık!!!! Daha ilk akşamdan kadın biz iki acemiye ki ikimizde akşama kadar ofiste oturarak çalıştığımızı daha önce de pilates yapmadığımızı söylediğimiz halde bize nasıl bir pilates yaptırdıysa artık bir hafta kendimize gelemedik ve ilk ve son deneyim olarak onu da 2015 baharının henüz  tozlanamamış raflarına kaldırdık. Ayy  el aman sokakta yürürüz, olmadı koşu bantına çıkar yürürüz, olmadı bisiklet çeviririz yeter ki o salonun bi daha ne önünden, ne arkasından bile geçmeyelim diye birbirimize gaz vererek arkamıza bile dönmeden kaçtık. Normalde şahsen bi şeyi yapamamaktan kolay kolay pes etmediğim için suçu da hocaya atıp gönlümü ferah tuttum. Kadına bir iki kez şarladım çünkü çalışırken zorlanıyorum çok diye, ama o  bizi dört haftadır pilates yapan hanımlarla aynı gruba almış, onları çalıştırdı bizi de araya sıkıştırdı aklınca.  Misal dün ben evde, normalde eve gelen iki hanımın sabahtan akşama kadar çalışarak yaptığı temizlik işini, tek başıma aynı sürede hiç durmadan çalışarak bitirdim ve o akşamki kırk dakikalık pilates yorgunluğunun 1/4 ü kadar ancak yoruldum, ki bu kadar işi asla tek başıma yapıp bitiremiyordum son  üç dört yıldır.  Dün uzun zaman sonra  ilk kez kendim yapabildim, çok sevindim, kendimi çok mutlu hissettim. Hem fiziken güçlenmiş olmama, hem de kendi işimi kendim yapabilmeme. Tüm evin  temizlenmiş olması da bonus oldu. Daha önce kendi başıma  cesaret bile edemiyordum, gözümde büyüyordu işler.  Acaba iki hafta boyunca yapmaya çalıştığım hurma diyetinin  mi bir tesiri oldu ki diyorum. Çünkü saçlarımdaki dökülme de durdu. uykum da hafifledi. Ve belli ki gücüm kuvvetim de yerine gelmiş. Vücutta eksik bir şeyler vardı demek ki. Genelde yılda bir iki kez kan değerlerime veya genel kontrollerime baktırır dikkat ederim ama vitamin veya minerallerime baktırmamıştım. O eksik olanlar artık her ne ise beni yerlerde süründürüyormuş meğer... Buraya kendim için  bir not düşmüş olayım ki bundan sonra hedef pazartesi perşembe oruçlu olmak ve hurma orucunu arada bir tekrar etmek. Bu günü gösteren Allah'a şükürler olsun. Rabbim üzerimizden nimetlerini eksik etmesin. Rahmeti bol olsun Kanuni dedeme katılıyorum; "olmaya cihanda devlet, bir nefes sıhhat gibi!" Allah hepimize sağlık ve huzur versin...

26 Mart 2015 Perşembe

DİYET GÜNCESİ 2


Bahar gelince hemen hemen hepimizi bir telaş alıyor. Yıllardır bilirim ki her bahar uğraşır, çabalar en fazla 9-10 kilo verir, biraz incelip şekle şemale girmiş gibi olunca diyeti, sporu, sağlıklı beslenmeyi bir kenara bırakır, saçma sapan yeme alışkanlıklarıma geri dönerim. Tabi yıllar geçtikçe denenmiş yöntemler de birikiyor bellekte. Vücut daha da bir direnç gösteriyor. Örneğin kilo vermek için diyetisyene gitmeyi beynim şiddetle reddediyor. Çünkü bilinç altımdaki şu kare; incecik bir hanım diyetisyenin önünde suçlu suçlu oturup da "ben boğazımı tutamadım, bidon gibi olunca ocağına düştüm, etme eyleme bir tılsım, bir büyü ile beni tekrar insana dönüştür" bakışları atıyor olmak, sonra eline tutuşturulan yarı fotokopi yarı güya sana uyarlanmış listeyle o kadar ezik büzüklüğün yanına kar kalarak bir ay sonra yağların şu kadar, baldırın bu kadar, sağ kolun bu, sol bacağın bu diye tartılmak  korkunç geliyor artık. Sen homini gırtlak, kış uykusundan uyanmış kutup ayısı gibi gördüğün her yiyeceğin üzerine atlarsan elin diyetisyeni ne yapsın sana. (Sözüm tamamen kendimedir). Bu bahar diyet yapmıyorum. Yapanlara da Allah kolaylık versin diyorum. Bu bahar asıl amacım kilo vermek de değil.(Kilo vermek ikincil amacım) Vücudumdaki ödemden kurtulmak için  hurma diyeti ile başladığım yolda günde altı tane içtiğim romatizma haplarına veda edince bir şeylerin yanlış gittiğini anladım. Açlığın aslında şifa olduğunu fark ettim. Vakitli vakitsiz çok az da olsa yemenin bünyeme zarar verdiğini fark ettim. Prof. Canan Karatay Hanımın kitabında okuduğum "leptin hormonunun en az 5-6 saatlik açlık sonrası çalıştığını, bu zaman zarfında yenilen bir lokma yiyeceğin bile bu hormonun çalışmasına engel olduğunu" yazdığını hatırladım. Bu bahar asıl amacım günde en fazla iki küçük öğün yemekle yetindiğim yeme alışkanlığıma geri dönmek. Bunu becerebildiğim zaman biliyorum ki ödem de, kilo da, ağrılar da kalmayacak. Biraz ödem attım gibi hissediyorum hatta. İki haftada sadece dört kilo verebildim. Dün uzun zamandır giymediğim pantolonum üzerimde bol durunca çok da sevindim. Aynada yüzümde birazcık inme var. Fakat hala çok fazla ödem olduğunu hissediyorum. Eğer ekmeği bırakabilsem işim çok daha kolay olacak, bir de tuz. Ekmek ve tuz işte benim en sevdiğim ikili. Oysa nasıl da zarar veriyorlar biliyorum. Daha önce ekmeği üç ay hiç yemeden yaşadım, ama şimdi az yiyeyim iki lokmacık derken yine kopamıyorum :( Tuz ise başlı başına bir sevda benim hayatımda :( Şeker ne ki yanında. Bir kutu godivaya bir dilim tereyağlı üzeri tuzlanmış ekmeği tercih edecek kadar severken, bundan nasıl kurtulunur işte bunu hiç bilemiyorum. Bizde durum budur, gidilecek yolumuz uzun ve zorlu da olsa hiç değilse çabalıyor olmak çok güzel. Hurma açlığa dayanmama çok yardımcı, günlük yediklerimi azaltmakta çok faydası oluyor hala devam ediyorum, ne zaman ihtiyaç duymayacak duruma geleceğimi ben de merak ediyorum. Bir de pilates maceram var ki evlere şenlik bir dahaki posta saklıyorum bakalım neler neler olacak :)). Biz de durum budur, Kalın sağlıcakla...

20 Mart 2015 Cuma

DİYET GÜNCEMDEN KISA NOTLAR

    Bugün biraz hurma diyetimin gidişatından bahsedeyim. Anlayıp, algıladıklarımı, yaşadıklarımı not edeyim. Hadi Bismillah!...
1- Bu diyeti yaparken çok zorlanmıyorum. Kendimi çok kasmıyorum. Kendimi kasarak hiç bir yere varamadığımı öğrenecek yaşa geldim şükür.
2- Bu diyeti yaparken asıl gayem bir gün boyunca  (24 saat boyunca) midemin kapısına beynimi bekçi yapmak. Yani yeme terbiyemi geri kazanmak. Kendi fıtratıma dönebilmeyi becermek. Benim bünyemin olur olmaz saatlerde, zırt pırt, az ya da çok yemeye ayarlı olmadığını anladım. Sonra da annemin doğduğum andan itibaren tüm ısrarlara, uğraşlara rağmen ne kadar az beslenerek büyüyen bir çocuk olduğumu anlattığında bunun yaradılışım olduğunu anlayıp özüme dönmeye karar verdim. Bu anlayış şimdiye kadar yaptığım tüm diyetlerden, niyetlerden benim için daha etkileyici oldu. 
3- Asıl amacın diyet değil de kendimi terbiye etmek, özüme dönmek olduğu düşüncesi beni motive etmede inanılmaz başarılı oldu.Yani kendinize şunu sorun! "Ben bu kiloları almadan önce, ne kadar yiyiyordum, nasıl yaşıyordum?" Tek bir diyet listesi veya yöntemi yok. Yöntemin cevabı kendimizde... 
4- Sadece yeme içmede değil her şeyde mış gibi yapmanın beni kastığını farketmemi sağladı bu yolculuk. Şöyle ki aslında tezgahın üzerinde duran bulaşığın, yıkanacak çamaşırın, derlenip toplanacak ortamın beni inanılmaz rahatsız ettiğini ama rahatsız etmiyormuş gibi davranmanın beni daha çok yorduğunu fark ettim. Şimdi bu diyetten mi, farkındalıktan mı bilmiyorum şükür ki daha zindeyim ve beni rahatsız eden her şeyi ortalardan kaldırmaya, yıkamaya, temizlemeye çalışıyorum. Çok daha mutluyum böyle. 
5- Az yemek, az konuşmak, az sinirlenmek, az borçlanmak, hayatta rahatsızlık verici her şeyi azaltmak; çok şükretmek, kulluğun farkında olmak, sadece Allah'ın sevgi ve onayına doğru yol almak, gerilimden uzak durmak, hayatı fazla dramatize etmemek, hayatın gerçeklerini ve ölümlülüğü kabullenmek... 
6- Kendimce mantıklı ve tumturaklı bir sebebim olduğu için arada bir zırvalasam da şimdilik yoluma severek devam ediyorum... 


18 Mart 2015 Çarşamba

HURMA VE AZ YEME ÜZERİNE

             Açlık orucunu ilk önce Mehmet Ali Bulut'dan duymuştum, daha sonra rahmetli Aidin Salih hanımdan ve Münir Arıkan'dan açlık orucunun insan için şifa olduğunu öğrendim. Önceki hafta pazartesi günü de sevgili @delianne 'nin blogunda hurma orucunu okumuştum.   Bu yazıyı aslında bazı yazılarımda olduğu gibi önce kendim için; "ilerde hatırlamak, unutmamak" adına, sonra da ihtiyacı olanlar için yazmaya çalışacağım. Eh böyle olunca da zor bir yazı olacak. Umarım haddimi aşmış, amacımdan sapmış olmam. 
              Geçtiğimiz hafta dört gün, bu hafta da üç gündür günde tek öğün az yemek ve günün  kalan zamanlarında da maksimum 7 hurma yiyerek beslenmeye başladım. Aslında yemek tek öğün de olsa yenmeyecekti lakin henüz onu yapabilmiş değilim, amacım onu da yapabilmek tabi. Öyle güzel yazmıştı ki, Sevgili Mü'mine, yapabileceğime inandım ve yola koyuldum. İlk gün biraz başım ağrıdı ve gözlerim yandı birazcık zorlandım ve o gün akşam yemek yedim. Sonraki geçen haftanın üç gününde ve bu haftaki iki günde de, günde sadece bir öğün az yemek ve şu ana kadar günde en fazla  7 hurma yiyerek devam ediyorum.  Çoğu günler bu sadece 5 hurma olarak kaldı. Bugün bu haftanın üçüncü günü.  Bu kadar kısa zamana  rağmen günde 6 tane kullandığım romatizma hapımı artık kullanmıyorum. Evet aslında bilinçli bırakmadım yemeklerden sonra alıyordum hapı, yemek telaşı kalkınca da önceleri unuttum; hapı almadığım gecelerde ağrıdan uyuyamazken, ağrım olmadan sabahlayınca da bilinçli olarak almadım. Akşam eve gittiğimde bacaklarımda dizlerimden alt kısımda hissettiğim yanma, ağrı, acıdan, sabahları uyanınca ayağımın altında hissettiğim acı ve şişlikten de kurtuldum. Ve evet kilo da veriyorum şu ana kadar üç kilo verdim. İnşallah devam da eder. Cildimde hafif bir berraklık, el ve ayak şişliklerimde azalma başladı. Ruhumda bir sükunet var ve hepsinden önemlisi de az yemenin ne kadar da insanın vücuduna, ruhuna, sağlığına iyi geldiğini yaşayarak gördüm. Aslında ben kendi aslıma dönmeye başladım. Kendimi hatırladım.  Eskiden böyle sofraya kurulup da, iştahla yemek yiyen, sofrada saatler geçiren, mutfağa saatler ayıran insanları görünce hayretler içinde kalırdım. Öyle boş, öyle anlamsız gelirdi ki bana inanın bazen acıyarak bazen de tiksinerek bakardım. Bana göre yemek hayatta kalabilmek için bir ihtiyaçtı sadece. Ve ne zaman yemek benim için zevk oldu, işte o zaman kantarın topuzu kaçtı  ve bir daha ellili kilolarım, onu da geçtim narinliğim, gayet düzgün ve orantılı fiziğim hafızamda ve fotoğraflarımda kaldı. :(( Yani ben aslında fıtratımın dışına çıkarak, kendim edip kendim bulmuş oldum. Doğduğum andan, kilolu olmaya başladığım zamanlara kadar yemek yemeye hiç gönül vermemiş bir insanoğlu olarak vardığım hazin son diyelim geldiğim noktaya. Yemek konusunda son bir noktaya daha temas etmeliyim ki bence çok önemli bir husus bu. Televizyonlarda ve sosyal medyada akıp giden yemek görsellerinin, tariflerin, tabak çanakların, masaların giderek obezleşen toplumumuz üzerindeki etkileri zannımca yadsınamayacak kadar çok. Bunlardan mümkün olduğunca uzak durmak, hem ruh, hem de beden sağlığımız için, sade ve sağlıklı bir hayat için şart. Diliyorum Rabbim nefsimizin azgınlıklarına karşı bize bir güç kuvvet versin ve tüm aşırılıklarımızdan kurtulalım. Zaten ilk niyet buydu. Fakat Allah bir ufuk ve ışık açıp da  fazla ve çeşitli yemek yemenin insana verdiği zararı gösterince hatalarımı da görmek, kendimi bulmaya başlamak kısmet oldu. İnşallah bu arınma ve özüme dönme yolculuğumda istikrar ile yürürüm. Bu arada hurmanın da ne kadar faydalı bir besin olduğunu, içinde insanın ihtiyacı olan tüm vitamin ve mineralleri ihtiva ettiğini öğrenmiş oldum. Hurma diyetinden hemen önce yüzümde çıkan uçuk benzeri iki yaranın  çarçabuk iz bırakmadan iyileşmesini de, ölçüsüz olan menstrüel uzunluğun sonlanmasını da hurmaya bağladım gitti. Ayrıca hurmanın nasıl bir antioksidan, kalp, kanser, kemik erimesi, iç kanama, kansızlık, diabet, şişmanlık vs. gibi bir çok hastalığa doğrudan veya dolaylı olarak şifa olduğunu buradan Hurmanın Faydaları  okuyabilirsiniz. 


( Not: Bir beslenme ve diyet uzmanı veya doktor değilim. Bu yazıya bakarak kullandığınız ilaçları doktorunuza danışmadan kendi kendinize bırakmayınız)

5 Mart 2015 Perşembe

ALÇAK UÇUŞLAR(!)

         Bu postun giriş cümlesini bir kaç kez yazıp, yazıp sildim. "Yıllar yıllar önce" dedim olmadı, "......... filanca yıllarında" dedim olmadı.  Hay bin kunduz ne desem olmadı iyi ki bi yaşımı gizleyesim tuttu bu sabah. Neyse işte şöyle diyelim o halde; öğretmenlik yaptığım yıllarda :)))  (Oldu galiba) Efendim öğretmenlik yıllarımda öğrencilerimin bizden epeyce farklı olduğunu görmüştüm genel ahlak anlayışlarıyla. Lakin bu postu yazmamın sebebi o öğrenciler değil. Fakir'in diğer e-posta adresine sanırım adres benzerliği nedeniyle üst tabaka bir sivil toplum kuruluşunun aralarındaki bir toplantının duyuru metni ve bu toplantıya katılıp katılamayanların cevapları düştü. Elbette çok kalabalık bir gruba toplu olarak atılmış ve cevaplarda sanırım benim gibi herkesçe görülüyor. İlk gelen mailin yanlış geldiğini görüp üzerinde durmamıştım, lakin cevap mailleri de art arda düşünce isimleri tanımadığımdan açınca anladım ve şu dikkatimi çekti. E-posta adreslerinin altında, yanında veya görebileceğimiz herhangi bir yerinde insanların unvanları, logoları, titrleri mevcut. Öyle düpedüz Ali, Veli, Ayşe, Fatma değil yani. Bu bir yerde iş dünyası için gereklilik olabilir. Lakin bir hafta önce katıldığım başka bir toplantıda kadınların öncelikle kocaları ile, kendilerinin fiziksel görünüşleri ile, titrleri ile, ve daha nice dünyalıkları ile nasıl da yarış edercesine birbirlerine kanat çırptıklarını gördüm.  Bu işlerin ulu orta, ortalara saçılıp dökülmesi görgüsüzlük değil miydi, ayıplanmaz mıydı? Ne bileyim Allah'tan korkulmaz, hicap edilmez miydi? Sadece gerekli yerlerde, zorunluluk halinde açıklanmaz mıydı? Yahu insanlar ne zaman bu kadar değişmişler,  bu kadar dünya değişirken ben yedi uyurların hangi mağarasında kalmışım? Şaşkınım, düşünceliyim ve anlamaya çalışıyorum. Sahi siz farkında mıydınız tüm bu olup bitenlerin?... Görüyor muydunuz bu alçak uçuşları?...

23 Şubat 2015 Pazartesi

ADIM HIDIR ELİMDEN GELEN BUDUR

Doğuştan; öyle çok çalışmayı sevdiğim de, becerdiğim de söylenemez. Tembel de değilim şükür ama benim kafamda böyle dünya işlerine çok tapınmak evvelden beri bir bacground bulamadı zahir. Bu nedenle biraz zorlanınca bende dişliler sıyırıyor :)) Kendi halimde olunca, özgür olunca daha bir verimliyim bu kesin.  Hem zihnen hem de bedenen. Her neyse işte bugün pazar, ben de çalışıyordum öğleden sonra eve gelip adetim üzere televizyonu açıp karşısında uyuyakalmışım. Bir saat sonra kendiliğimden uyandım, içimde bir sevinç. Dedim "destur nedir bu sevinç?" Sonra hatırladım ki, iki ara bir derede rüyamda bana bir ajanda, bir de içinde çalışma planı olan şahane iki defter hediye edilmiş, ben uykudan bu sevinçle uyanıyorum :)))) Uyandığımda defter ajanda vs. yok tabi ama ben artık nasıl mutlu olduysam hala gülümsüyordum. Bu günlerde Türkiye'nin gündeminden de, insanların gündeminden de fena sıkıldım. Bu kez iş güç değil lakin duyduklarım, gördüklerim, gönül gözümün gördükleri beni yordu. Öyle ki küçük, minik bir spazm geçirdim. Ya da kendi tabirimle dişlilerden biri çatırdadı :))). İki gün yatıp yuvarlandım olmadı, aldım elime örgümü, dikiş makinamı da çıkardım ortalara, kah örüyorum, kah dikiyorum, kah düşüp yollara gezip dolaşıp geliyorum iyi geldi bana. Diyorum ki kendime "aman uzak dur, televizyondan, gazeteden." Belli ki düzeleceği yok hiç bir şeyin. Dünyanın bu haline ben, benim bu halime bünyem katlanamıyor.  İlk fırsatta gidip şu rüyamdaki defterlerden arayayım en iyisi. Biraz sever, koklar, biraz yazar çizerim. Adım hıdır, elimden gelen budur. 

10 Şubat 2015 Salı

KALIN KAFAMA KALIN NOTLAR!...

          Şu hayatta çok iyi insanlar tanıma şerefine nail olabildim. Lakin çoğuna arkadaşım-dostum dediğim insanları da aslında hiç tanımamışım. Ne garip değil mi??? Şimdi öyle yazsam olmuyor, böyle yazsam olmuyor! Yazmasam da bunu kişisel tarihime kalın harflerle yazmak ve bu yolla da kalın kafama sokmak istiyorum. Burası her ne kadar umuma açık olsa da sonuçta benim görüş ve düşüncelerim. Off zor iş şu blog yazmak yahu. Hem bak nerde kaldı gizlimiz saklımız. Ne varsa ortada işte... Çok dökmeyeyim şimdi ortalara lakin şu gereksiz insanlara gereğinden çok değer vermek beni çok incitiyor dostlar... Kırgınım yani, hem de çok işte... 

27 Ocak 2015 Salı

İYİKİ/KEŞKE/2015

             Şu hayatta, her daim  "iyi ki yapmışım" dediğim üç-beş şey var. Bunların başında elbette anne olabilme lütfuna mazhar olmak, ikincisi de size komik gelebilir fakat "özgürlük= nefes almak" gibi olan benim için araba kullanmak. ............ Listenin altındaki bir kaç maddenin altında da "blog yazmak veya blog dünyasını keşfetmek" var. E tabi ki de bu listemin karşısında "şu hayatta bir türlü beceremediklerim" diye bir liste de var elbette :)). E hadi merakta bırakmayayım, oradan da bir kaç tüyo vereyim de biraz güldüreyim sizi, hali pür melalime :)) Liste başım :(( Bir türlü fazla kilolarımdan kalıcı olarak kurtulamamak, bir yabancı dili şöyle adam gibi konuşup/anlayacak kadar olmamış olmak...................... Görüldüğü gibi beceremediklerimin ardında bir istikrar sorunu var gibi. Psikolog arkadaşlar daha iyi çözümleyebilirler halimi. Biraz karmaşık çünkü.  
            Uzun zamandır yazamıyorum. Mazallah iki bin on beş bir geldi, pir geldi. Hemen ilk bir kaç gününü annemin acil operasyonu nedeniyle hastanede geçirdik, arkasından tatil, arkasından bastırdıkça bastıran kar, arkasından sınavlarım ve nihayet sömestr ve bir nefes. Bugünümüze şükürler olsun. Sağlık olunca her şeyin üstesinden gelinebiliyor. Ne büyük nimet şu sağlığımız, sonsuz kere şükür. 
            Bizde haberler şimdilik böyle, okuma, yazma, izleme gibi entellektüel ritüelleri devam ettirebilmek de büyük lüksmüş onu anlamış olarak, iki bin on beş yılının aynı hızda dönmemesini, biraz sükunet, biraz huzur, ve hep sağlık diliyorum. Daha bu yıla ait bir ajanda bile yapacak zaman bulamayan bizden selamlar....

4 Ocak 2015 Pazar

YOKSUNLUK

        Popüler kültürün diagnostic tespitleri beni hep irite ede durmuştur. Basit kalıplar, basmakalıp düşünceler, ardında düşünce ve fikir teri olmayan, kullananı yalancı bir filozof edası ile mesnetsiz bir havaya soktuğu için belki de...  (A)Sosyal medyanın buna katkısı yadsınamaz tabi. Malumunuz instagram veya facebookta olur olmadık her bir şeylerimizi yayınlıyoruz ya toplumca; bu sabah ta  sabah kahvaltısını resmeden bilumum zevat altına "kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı" yorumunu yazmış mı! Ekranda akıyor mübarek :))) Kapattım ekranı, canım sofraların güzelliği de heba oldu ben feyiz alamadan :))). 
         Mutluluğun aslında "yoksunlukla" daha yakından ilgisi var diye düşündüm içimden. "Verilmiş, lutfedilmiş" nimetlerin farkında olabilmek ve şükretmekle ilgisi kesinlikle kahvaltıdan daha fazla mutluluğun. Eskiden, üniversitedeyken bir çok sebeple inanılmaz uykum gelirdi benim. Kampüste başımı koyup uyuyabileceğim her yerde uyumak isterdim. Yurda döner dönmez onca gürültünün patırtının içinde kıvrılıp uyurdum. Otobüste ilk kırkbeş dakikadan sonra kendimi uyandırıp, vücudumun tutulmuş herhangi bir yerine derman arar dururdum :)).  Şimdi yatağıma ne zaman yatsam, istisnasız büyük bir minnet duygusuyla Allah'a şükrederim.  Ailemden ayrı okuduğum lise yıllarımdan sonra kendi evimde yediğim her akşam yemeğim için  taa gönülden Allah'a şükrederim. Halk otobüslerinde  dinlediğim lüzumsuz tesbih çıkçıkından veya tüm yol boyunca beynime giren bozuk para döndürme seslerinden, karda kıyamette ayaklarımı hissetmeyecek olduktan sonra gelen otobüse gak guk bile diyememekten, sabah buz gibi havalarda kaloriferi yanmayan toplu taşıma araçlarından sonra bunlardan kurtulduğuma herrr zaman şükrederim. İlk iş hayatımda stresten, acemilikten yüzümde çıkan yara bereden cüzzamlı gibi olduğum zamanlardan sonra şimdi yapabildiğim her iş için şükrederim. Vallahi saymakla bitmez ki... İki bin on beşe girerken oğlum bana dedi ki; "anne sen bana iki bin dokuzda yılbaşında bir model araba almıştın bmw" dedi. "Eee şimdi ne istersin"? dedim, "gerçeğini" dedi. Ben şoktayım. Yuh dedim yaa. Bu mudur! Yetişen, bir de "bizim" (bir çok manevi değeri öğretmeye çalışan anneleri kastediyorum biz ile) yetiştirdiğimiz nesil bu mudur? Hani belki bana çok da ciddi söylememiştir bilemiyorum şaşkınlıktan da soramadım herhalde o anda ama yeni nesil galiba hiç bir şeyin yoksunluğunu yaşamadan büyüdüğü için bizden oldukça farklı bir dünya olacak yaşanan! 
          Seksen sonrası için kullanılan ve iş dünyasının korktuğu Y neslinden sonra, bu Z nesli için nasıl bir teori geliştireceğiz biz eski dünyalılar bilemiyorum.
         (Aslında başka şeyler yazmak  için  özlemle oturduğum bloğumun başından tamamen başka bir yazı ile kalkmak da enteresan bir durum oldu tabi :)) Bu da biz X nesline mahsus galiba ;)))