23 Aralık 2013 Pazartesi

BİR DARBENİN GETİRDİKLERİ







Siyasete ne zaman ilgi duymaya başladığımı gerçekten hatırlamıyorum. Hayatımda ilk görebildiğim darbe 1980 darbesiydi ki henüz 6 yaşımdaydım. Fakat o zamanlar dedemle babamın yeni taşındığımız evin salonundan ben hariç (çocuk olduğum için heralde beni dikkate almamışlar olsa gerek) herkesi çıkararak neler olabileceğini, neler yapılması gerektiğini istişare ederlerken onların gözlerinde gördüğüm kaygı bugün bile hafızamda. Daha sonraları sanırım kış mevsimiydi (6 kasım 1983 müş :) ) Özal'ın seçilmesinin yarattığı sevinci de yine fark etmiştim.Neyse ki arada yaşananları hatırlamıyorum. (Zira ilerde bolca hatırlayacağım anılarım olacakmış). Sonraki zamanlarda hatırladığım gazetelerin 3. sayfa ekonomi haberlerini merak edip okumaya başladığım 10-11 li yaşlarda Mesut Yılmaz'ın ülke ekonomisi ile ilgili haberleri, Avrupa hayalleri, Yunanistan yakınlaşması vs. idi. Üniversite yıllarıma kadar böyle bölük pörçük olan iktisadi-siyasi ilgim tam da 1991 yılı seçim mitinglerinin yapıldığı zamanlara denk gelen üniversite kaydımdan sonra yeni tanıştığım arkadaşlarımın da katkılarıyla kendimi Refah Partisinin mitinglerinde bayrak sallarken buluvermemle devam etti. Tabi işimiz bayrak sallayıp, slogan atmakla bitmedi. Sallanan bayraklar, kalabalık mitingler, boşa gitmedi ve o zamanın Refah Partisi %16,90 oy alarak meclise girmeyi başardı. Bu başarı hepimizi çok mutlu etmişti. Seçimlerden sonra dönemim en gözde gençlik vakfı olan Milli Gençlik Vakfı çalışmalarımız başlamıştı. Vakıfta yapılan aslında bir siyasi çalışma değildi. Cumartesileri vakıf günümüzdü. Şehrin tüm dindar ileri gelenlerinin hanımları, üniversite öğrencileri, üniversite mezunu olup yeni örtünmüş olan ablaları, öğretmen hanımlar, hocalar, genç yaşlı tüm kadınlar buluşur, tefsir, meal, hadis, sünnet dersleri yapılır ve aslında toplumsal bir kaynaşma ve kültür alışverişi olurdu. Milli Gençlik Vakfı çalışmalarımız bununla kalmadı. 1994 yerel seçimleri öncesi parti çalışmalarımız başlamış, partinin üniversite gençlik kolları başkanı olarak Ankara Balgat'taki genel merkezde dönemin siyasilerinden siyaset ve ekonomi dersleri ile partinin hayal ettiği ülke yönetimi hakkında dersler alıyorduk. Milletvekilleri bizi o zamanın milletvekili sitesi olan Oran sitelerinde evlerinde misafir etmişlerdi. Rahmetli Nermin Erbakan Hanım'ı ve rahmetli Necmettin Erbakan Hoca'yı bu çalışmlarda bizzat görüp tanışabilme fırsatımız olmuş bu dersler sonrasında bize birer sertifika takdim etmişlerdi. Ankara'daki Refah Partisi binası ile şimdilerde Demokrat Parti tarafından satılığa çıkarılan zamanın Anavatan partisi binası karşı karşıyaydı. Ders arasında Anap'ın binasına kocaman Özal posteri asıldığını görüp şaşırmıştık. Meğer 17 Nisan 1993 olan o gün Rahmetli Özal Hakka yürümüş. Burnumun direkleri sızlamış, hemen ankesörlü telefondan babamı arayıp telefonda konuşamayan babamla beraber gözyaşı dökmüştük. (mekanı cennet olsun hepsinin) 1994 yerel seçimlerinden önce kapı kapı, mahalle mahalle hatta köylere kadar dolaşıp insanlara öğrendiklerimizi aktarıp, partinin tanıtımını yapmaya çalışmış, yağmur çamur, gece gündüz demeden çalışmıştık. Bu çalışma şekli o zaman Emine Erdoğan Hanım'ın, Nermin Erbakan Hanım'ın tavsiye ettiği ve bizzat kendilerinin de katıldıkları bir çalışma metoduydu. Tabi çalışmalarımız boşa gitmedi ve parti 1994 yerel seçimlerinde büyük bir sıçrama yaparak Ankara ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlıkları kazanıldı. Ankara Melih Gökçek'le, İstanbul Tayyip Erdoğan'la Refah partili oldu. Fakat o dönem iktidarda olan DYP'nin ilk kadın başkanı ve ilk kadın başbakanımız Tansu Çiller'in 5 Nisan 1994 yılında %51 oranla Cumhuriyet tarihinin 3. en büyük develüasyonunu yapmasıyla düğün arafesinde olan bize de altın golünü atmış oldu. Zira bu develüasyonla ülkedeki tüm emtianın fiyatı 3e 4e katlanmıştı. Örneğin fırın, buzdolabı vs. beyaz eşya alacaktık bakmıştık bir sonraki hafta 5 bin liralardan 20 bin liralara uçmuştu. Yani 20 bine 4-5 eşya alabilecekken sadece 1 tanesini alabilir olmuştuk. E tabi ne oldu, düğün maliyetimiz de 3-4 katına çıktığı için zavallı bizler uzun yıllar borç ödemeye çalışmıştık. Dövizle borçlanılabiliniyordu o yıllar zira kimse kimseye TL vermez, bankalardan kredi almak imkansız, ya altın ya döviz borçlanılırdı. Bu insanlar da bizim gibi yıllarca bir gecede 3 katına çıkan borçlarını ödemek zorunda kalmışlardı. Ülke büyük bir ekonomik kriz yaşıyordu. Ardından 1995 genel seçimleri olmuş, bu seçimde Refah Partisi bu kez %21,37 oy alarak seçimden 1. parti olarak çıkmıştı. 1. parti oldu olmasına ama Demirel'in binbir oyunuyla yine hükümet olamadı. Ülke yine çalkalanmaya devam etti. Ta ki 1996 yılında Refahyol koalisyonuna kadar hoca başbakan olamadı. Başbakanlık yaptığı 1996-1997 yıllarında ise ülke biraz rahatlamış, o yıl %7,5 oranında ekonomimiz büyümüştü. E tabi bu uzun süremedi ve ardından 28 Şubat postmodern darbe ile herşey yeniden tepetaklak edildi. Öyle bir darbeydi ki 28 şubat, iki müslüman sokakta selamlaşamaz olmuş, kızlar üniversitelere alınmaz olmuş, inançlı olan herkes yaftalanmış, işsizlik had safhalara çıkmış, hem dini hem iktisadi hayat yerle yeksan olmuştu. Gözümüzün içine baka baka defalarca parti kapatmalarını ve beyinsiz bahanelerini sıraladı dönemin başsavcısı Vural Savaş. Ağladık, kahrettik, hocanın bir sözü ile sokağa dökülmeye hazır milyonlarca genç varken Hoca hep sükunet telkin etti. Devletin yararına değil zararına olur dedi. ve o büyük kitle bunları sineye çekti. Ülkenin çalkantıları bitmedi tabi, hortumlanan bankalar, iflaslar ve 2000 yılında yeniden develüasyon :)) Ardından 2001 yılında enkaz yerine dönmüş bir ülkeyi devralan bir Ak Parti. 2000 yılındaki bir hastane anımı anlatmam lazım tam da burda. Hani Tayyip Erdoğan hep anlatır ya Düzce'de trafik kazası geçirmişler, acilde sedye bile bulamamışlar yaralıları bakmamışlar ordan oraya yollanmışlar falan. Ben de 2000 yılında eşim asker, Dr.umun tavsiyesiyle doğum için Zeynep Kamil'e gelmişim. Yatış işlemi yapılacak, elimizde sosyal statümüzü gösteren kapı gibi sağlık karnemizle statümüze göre sınıflandırılıp odamıza gönderildik. Pardon oda demişim, koğuş demeliydim. Zira 1-2 kişilik odalarda memurlar, 3-4 kişilik odalarda işçiler, küçük koğuşlarda bağkurlular, büyük koğuşlarda yarısı yerde yarısı yataklarda da en alt sınıfa tabi olan garip gurebalar yatardı o zamanlar. Doğum yapmış annenin odasını kapısına kadar süslemek ahaliye mahsus bir gelenek tabiki de değildi. Ahalinin geleneği ise; hastane için hazır tutulan bir dantelli, ütülü tek kişilik nevresim takımı, terlik, havlu, sabun, ve hatta yastık battaniyenin evde her daim hazır bulundurulmasıydı. Özel hastane sadece ülkemin fabrikatörlerine ve hortumcularına mahsustu. Memur da olsa işçi de olsa kimsenin böyle bir lüksü yoktu. Eczaneye de gidemezdi memur olmayanlar, parası olmayanlar. O yüzden eczacılık o dönemlerin en gözde meslekleri arasındaydı, bankacılık gibi :)) Bazı ilaçları alabilmek için memur karnesi bulup, sadece memura hizmet eden hastane doktorlarına araya hatırlı adamlar koyarak yazdırıp, eczanede de bir kısmını ödeyerek sahip olabilmek gibi külfiyetli meşgalesi olurdu hasta sahiplerinin. 2006 yılında annemi ameliyat ettirdiğimiz üniversite hastanesinde böyle tam teşkilatlı olarak nevresimimiz, terliğimiz, sabunumuz, yastığımız, battaniyemizle gitmiştik gitmesine ama refakatçi olarak kalan benim oturarak sabahlayacağım değil yatak, koltuk, sandalye sadece bir kırık taburem vardı. O taburede 6-7 gece sabahlamaya çalışmıştım. Bunları yaşayanlar bilir. 2001 den sonra iktidara gelen Ak Parti ekonominin düzelmesine dair hiç bir inancı kalmamış biz Türk halkına geldiği günden beri, her defasında şaşırdığımız hayret ettiğimiz, sevindiğimiz bazen yok artık dediğimiz bir çok yeniliğe imza attı. Her defasında korktuk, yok dedik bunu da yaparsa iktidardan uzaklaştırılır, öyle mi böyle mi elimiz yüreğimizde kaldı. Ama büyük bir liderlikle tüm badireler bir bir atlatıldı. Bunlar da ayrı bir yazının konusu tabi. Hiç bir şekilde baskılara boyun eğmeden, yoluna devam eden bir başbakan görüp rahatlamaya çalıştık, nefes aldık. Fakat bu son gelişmeler bizim çalışmadığımız yerden geldi. Bu kez sağ gösterip sol vurdu küresel güç odakları. Bu tam da arap ülkelerinde görüp te bizim kınadığımız kardeş kavgasıydı.Sağcı-Solcu, Kürt-Türk, Alevi-Sünni, Laik-Antilaik, Dindar-Dinsiz diye bölünemeyen kardeşliğimiz şimdi de cemaatçi-partici olarak bölünmeye çalışılıyor. Biz bu kavgaların bedelini çok ödedik. Bugünkü yazımda da sıradan bir vatandaşın ülkenin kaderinden nasıl etkilendiğini aktarmaya çalıştım. Biliyoruz ki bu kavganın asıl hedefi Erdoğan değil, yine Türkiye Cumhuriyeti. Biliyoruz ki Biz ülke olarak yeni bir buhrana sürüklenirsek bunun bedelini bu kez sadece biz değil tüm İslam coğrafyası ödeyecek. Öyleyse bırakalım birbirimizi yaftalamayı, isteyen istediği hocaya biat etsin, isteyen, nakşilere, isteyen kadirilere herkes meşrebine ne uygunsa gitsin oradan nasiplensin. Ama ne olur kimse kimseyi ötekileştirmesin, etiketlemesin, kardeşin kardeşe düşmanlığını Allah bize yaşatmasın. Siyaset zor, meşakkatli ve külfetlidir. Bugün konforumuzu bozup da siyasi çalışmalarla uğraşmama lüksüne sahipsek bu yükü çeken birileri olduğu içindir. Elbette sepette çürük elmalar olur, elbette istismarlar olur, bunlar heryerde her zaman olur. Fakat bu ülke bugün sahip olduklarına büyük bedeller ödeyerek gelmiştir, harcamayalım, harcatmayalım. Siyasi hiç bir yazı yazmama kararımı iptal ederek bu yazıyı yazdım.Son söz yine şiirin olsun ve Cemal Safi konuşsun... 

  • Gelin birlik olalım yarın çok geç olmadan,
  • Gelin dirlik bulalım vazgeçin öc almadan.
  • Nefreti yok edelim gel sen de katıl bize,
  • İntikam eşkiyası sevgiyle gelir dize.
  • Yedi düvel elinden kim kurtardı bu yurdu?
  • Mehmetçik değil miydi Lazı, Çerkezi, Kürdü? 
  • Hangimizin ecdadı feda olmadı yurda? 
  • Hangi bahçeden bir gül solmadı bu uğurda? 
  • Düne kadar Bosna'da kırılırken soydaşın, 
  • Sana senden başka dost çıktı mı düşün-taşın! 
  • Asırlardır dinmedi bir bölücü ninnisi, 
  • Aynı dinden değil mi alevisi sünnisi? 
  • Bin kere lanet olsun Yezit denen deliye! 
  • Muhabbetle bağlıyız Muhammed?e Ali?ye. 
  • Duyulmuş mu dünyada böyle oyun havası? 
  • Bize mi kalmalıydı komşunun kan davası? 
  • Siyah beyaz kavgası nasıl ilginç değil mi? 
  • Bizim mezhep kavgamız daha gülünç değil mi? 
  • Geçin o sınıfları geçin kardeşim geçin, 
  • Barışta buluşalım mutlu Türkiye için! 
  • Düşman sevindirmenin ne alemi var şimdi? 
  • Milletçe kenetlenip sarılmamız kâr şimdi! 
  • Bir başka ulus var mı böyle temiz böyle saf? 
  • İnsaf edelim dostlar, insaf edelim insaf!

2 yorum:

  1. sözüme sevgili babacığımın (kayınpederim), sözü ile başlamak istiyorum zira okuduklarım beni benden aldı götürdü... Ne yazagımı nasıl toparlayacağımı inanki hiç bilemedim. Uzatmadan şunu söyliyeyim babam der ki, bu sokağa dökülen nankör çocukların hepsinin gördüğü tek hükümet var o da Akparti hükümite... Doğru ya yaş ortalamlarına bakılırsa bunlar senin gördüklerinin sadece son halkası olan Ak parti hükümetini görmüşler ablacım. Darlık zorluk çekmemişler. Yokluk görmemişler. Ne bileyim bi şekerden ekmekten mahrum olmamışlar.. Hastanelerdeki sağlık hizmetinden tut da eğitimdeki, ekonomide olumlu gidişat bunların hiçbirinin diğer yüzünü eski hallerini görmedi bunlar... Bi duruşa sahip olmak ne demek , bir davanın peşinden gitmek ne demek bilemiyorlar... İdealleri bile çarpı bu insanların. Gündemdeki olaylara gelince aynen tam da dediğin gibi, son zamanlardaki olaylardan sonra aklıma şu meşhur replik geliyor : Durun yapmayın siz kardeşsiniz... Öyle değil mi ya biz kardeşiz, bu imtihanı da veririz Allah'ın izni ve inayetiyle.. Sen doğru işler yapmaktan vezgeçme, Allah sabredenlerle beraberdir... Bu adam doğru işler yapıyor şahidiz, zaten hep de doğru şeyler yapanların başlarına çoraplar örmezler mi... Çok doluyum ben de bu konuda ablacım. İnan huzurum yok ama umudum var inşallah düzelecek... Selametle..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İnşallah Sübacım, çok güzel yazmışsın yine ve çok doğru ben de ümitli olmak istiyorum tüm herkes gibi.Babanın tespiti de gerçekten çok doğru sadece Ak Parti iktidarı gören çocuklar için hayat güllük gülistanlık evet. Ama biz buralara nerden, nerelerden geldiğimizi unutmadık, unutanlara da hayret ediyorum. Nankörlük edersek Rabbim nimetini alır elimizden, kardeş kavgası bereketimizi alır götürür ülkemizden. Yeniden o günleri yaşatmasın Rabbim bize acısın ve akıl fikir birlik beraberlik ve sevgi versin. Dua edelim sevgili Sübam...

      Sil